Müzika-i Hümayun

Müziğin varoluşundan gnamımıza kadar geçen müddet içinde müzik ile insan toplulukları arasında sıkı bir ilişki kurulduğu görülmektedir. Bu ilişki her cemiyette belirli yaradılışları tetiklemiş ya da bu yaradılışlarla birlikte hareket ettirmişlerdir. İşte Yeniçeri ocağı ve Bektaşi tarikatı arasında da böyle bir ilişki söz mevzusudur. Tarih süresince bu irtibat hiç kopmamış ve birçok tarih kitabında da girmiştir.

Yeniçeri ocağı, asker-devlet yapılanması ile hareket eden Osmanlı İmparatorluğunun en temel direğiydi. Bu ocağın askerleri yani insan gücü, fethedilen ülkelerdeki Hıristiyan – ki bunlara devşirme denirdi – ailelerinden alınan çocuklardan elde edilirdi. Bilindiği gibi Yeniçeri’de yani asker ocağında Mehter ekibi ismiyle ordu ile sefere çıkan bir de müzik ekipleri vardı.

Yeniçeri, yeni asker anlamındadır ve I. Murad zamanında kurulmuş. Daha doğrusu I.Murad zamanına müesseseselleşmiştir. Kurulan Yeniçeri’de bir nevi bando ekibi olarak görevini sürdüren Mehter Ekipleri de bu ocağa dahil edilmiştir. Elbette bu bilgiler de Bektaşi tarikatından ayrı düşünülemez. Neticede bu müessese ve içindeki müessesecikler -yani Mehter Ekibi, Kapıkulu gibi – da Bektaşilerden ayrı düşünülemez.

Mehter ekipleri savaşlarda ordu ile birlikte hareket eden bir askeri birlikti. Hepsinin askerî eğitimlerinin yanı gizeme özel müzik eğitimleri de vardı. Mehter ekipleri “peşrev” çalarlardı ve bu peşrevler birçok ünlü Batılı ya da Doğulu bestecilere ilham olmuştu. Mehter ekipleri gnamımız bando ekibi olarak düşünebilir ama elbette ki sefer vaziyetinde Osmanlı saflarında yer alması bando ile arasına ciddi bir fark koymaktadır.

Peki, ne oldu da Mehter ekibi yerini Müzika-i Hümayun’a vazgeçti ya da nedir bu Müzika-i Hümayun?

II. Mahmud ‘un izlediği ve bugün bile tartışılan bir politika vardı: Askerî alanda Batılılaşma. Elbette tartışılan mevzu topun, tüfeğin ya da teknolojik gelişmelerin orduya alınması değildi, tartışılan mevzu sistemin tamamen değiştirilmesiydi ki neticede 500 senelik bir Osmanlı seferlerini bu sistemle yapmış ve galibiyetli olmuştu. Velhasıl kelam Yeniçeri ocağı 1826 senesinde II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı.

Süreyya Su, “Türkiye’de Batılılaşma Sürecinin Bir Tezahürü Olarak Müzikte Kimlik Meseleyi” isimli eserinde ve “Cemiyet Bilim Müzik ve Kültürel Kimlik Özel Sayısının” 12 Mayıs 2001 55- 56- 57- 58. sayfalarda Yeniçeri ocağının ve mehter ekibinin kardırılması ile ilgili şunları yazmaktadır:

“II. Mahmud yeni askeri tertip etmeye koşut olarak, Yeniçerilerin müzik ekibi olan mehterhaneyi de kaldırarak, yeni orduya Batılı anlamda bir müzik örgütü oluşturmuştur. 19.yüzyılda II. Mahmud’un reformlarının neticeyi olarak yeniçerileri çağrıştıran, onlarla ilişki diğer müesseseler de kaldırılmıştır. En başta Yeniçeriler ile sıkı ilişkisi dolayısıyla Bektaşî tarikatı kapatılmış ve mülkleri satılmıştır. Aynı şekilde Yeniçeri ocağı ile Mehter örgütü arasındaki yakın bağ da Mehter’in akıbetini kaçınılmaz hale getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin geleneksel askeri müzik ekibi de yerini Batı örneğine göre kurulan yeni askerî bandolara vazgeçmiştir. 1794’te III. Selim tarafından kurulan ve Batılı anlamda ordunun çekirdeğini oluşturan Nizam-ı Cedid, Mehterhane’nin yerine kurulan bandoya kaynaklık etmiştir “

Neticede Mehterhane kaldırıldığında yerine kesinlikle aynı işlevli başka bir müessese konulmalıydı ki isyan ya da kanunsuzluk olmasın. Evet, o zaman Müzika-i Hümayun heyetti ama bu müessesede neler vardı bir de ona bakalım. Özellikle kaynak belirtmek gerekirse bu mevzu Gültekin Oransay, Cumhuriyet Yarıyıli Türkiye Ansiklopedisi’nin 6.cildinde bulunan ”Çok Sesli Musiki” maddesinde işlenmiştir. Bizde buna işaret ederek yazımıza devam edeceğiz.

Mehterhane kaldırıldığına geleneksel müzik aletleri yerlerini Avrupaî tarzdaki çalgılara vazgeçti. Yani görmeye alışılan peşrevlerin yerini mızıkalar aldı. Elbette marşlarda değişti. İlk parça ise yürüyüşlük oldu. Diğer ismi ile Marcia olarak anılır. Muhtelemen birçok kişinin usuna bu geçişin nasıl bu kadar süratli olduğu geliyordur. Gerçeğinde yanıtını Yeniçeri’de vermiştik. Yeniçerilerdeki devşirme sistemi değişmedi, hala Enderun’da iç oğlanlar yetiştiriliyordu. Müzika-i Hümayun’un temelini de bu iç oğlanlar oluşturdu gerçeğinde. Bilmeleri bu surattan çok güç olmadı, güç olan ulusun ve askerin bunu kabullenmesi oldu. Elbette şunu da belirtmek gerekli tüm bu değişikliklerle Birkaç seneye kadar Müzika-ı Hümayun genişletildi ve yeni çalgılar getirildi birlikte ilk Türk orkestrası oluşmuş oldu.

1826 senesinin Haziran ayı içerisinde ise bugünkü İstanbul Üniversitesi’nde hatta Taşkışla binasında Müzika-i Hümayûn açıldı. Burada Türk ve Batı müziği verililiyordu. III. Selim yarıyılinde imparatorluk, suratını Batı’ya iyice çevirmişti ve Müzika-i Hümayun devletin resmi müzik müesseseyi olmuştu. Bu zamana kadar ise devletin resmi müzik müesseseyi Mevlevihanelerdi. Zati Müzika-i Hümâyûn kelimesi kelimesine çevrildiğinde Devlet Müziği ya da Devlete ait olan müzikler anlamına gelmektedir

Müzika-i Hümâyûn başına İtalya’dan getirilen G.Donizetti 1788- 1856 konuldu.

Donizetti, Enderun’daki yetenekli gençlerden oluşturduğu bandoya Batı notasını ve çok sesli Batı müziğini öğreterek, altı ay gibi kısa bir müddette II.Mahmud huzurunda konser verebilecek konuma getirmiştir. Donizetti II. Mahmud ismine Mahmudiye marşını yazmıştı ki bu önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.

Yorum yapın