Amerika Birleşik Devletleri Amerika Birleşik Devletleri, Birinci Dünya Savaşına 1914-1918 resmi olarak katılmadan evvel de Batılı İtilaf Devletlerine giderek artan oranlarda destek vermiştir. Savaşa da nihayet 1917 gibi geç bir yarıyılda, yeniden İtilaf Devletleri’nin yanında yer almak suretiyle katılmıştır.
İtilaf Devletleri’nin galip çıktığı savaşınertesinde oluşturulacak yeni dünya kumpasında Amerika Birleşik Devletleri merkezi bir rol oynamak istemiştir. Yarıyılın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson, savaş sonrasında kalıcı barışın inşası için zorunlu gördüğü 14 prensibi deklere etmiştir.
Wilson Prensipleri 14 Madde
Savaş sonrasında barış antlaşmaları kamuya sarih bir şekilde yapılmalıdır. Devletler arasında yürütülen diplomasi transparan ve dürüst olmalıdır. Saklı antlaşmalara son verilmelidir.Uluslararası antlaşmalar sonucunda oluşturulan bir eforun, denizlerin bir kısmını veya tamamını uluslararası bir faaliyet sonucunda kapatabilmesi imtiyazı hariç, karasuları dışındaki uluslararası denizlerde, barışta olduğu gibi savaşta da salt bir serbestlikuygulanmalıdır.
Barış isteyen ve barışın kalıcı olması hususunda gayret tüketen tam uluslar arasındaki ekonomik bariyerler olası olduğunca kaldırılmalı ve ticaret koşullarının denkliği sağlanmalıdır.
Ulusal silahlanmaların, iç güvenlik ile uygun olacak bir şekilde en aza indirilmesi hususunda yeterli güvenceler karşılıklı olarak verilmelidir.
Kolonilerin tam arzları özgür, sarih görüşlü ve tümüyle tarafsız bir yaklaşımla ele alınmalı, bu cins dominantlık meselelerinin çözümünde alakalı milletlerin çıkarlarıyla dominantlığı tartışılan devletlerin adaletli arzlarının denk ağırlık taşıması prensibine netlikle uyulmalıdır.
Yabancı askerler Rusya’dan çekilmeli, bu ülke kendi gelişimini ve siyasetlerini özgürce tanımlayabilmeli, özgür uluslar topluluğuna olduğu gibi kabul edilmeli, kendisine gereken takviye sağlanmalıdır.
Yabancı askerler Belçika’dan çekilmeli, bu ülke hakimliğine kavuşmalıdır.
Fransız toprakları özgürlüğüne kavuşmalı ve Alsace-Lorraine bu ülkeye iade edilmelidir.
İtalya’nın hudutları ulusal hudutlar esasında yine çizilmelidir.
Avusturya-Macaristan uluslarına özerk büyüme imkânı tanınmalıdır.
Yabancı askerler Romanya, Sırbistan ve Karadağ’dan çekilmeli, Sırbistan denize çıkabilmeli, Balkan devletlerinin bağımsızlık ve toprak tamlığı için uluslararası güvenceler verilmelidir.
Bugünkü Osmanlı Devletindeki Türk kesimlerine tehlikesiz bir dominantlık tanınmalı, Osmanlı idaresindeki diğer uluslara da her türlü şüpheden uzak yaşam güvenliği ile özerk büyümeleri için bütün bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası teminatlarla gemilerin özgürce geçişlerine ve uluslararası ticarete kesintisiz sarih yakalanmalıdır.
Polonya bağımsız olmalı, uluslararası teminata alınmalı ve denize çıkabilmelidir.
Büyük devletler gibi minik devletlerin de politik özgürlüğünü ve ülkesu baskın tamlığını karşılıklı olarak garanti altına alma emeliyle yapılan antlaşmalar ile tam ulusları içine alan bir birlik oluşturulmalıdır.
Geneli itibariyle bakıldığında özgür ticareti ve liberal pazar ekonomisini destekleyen Wilson Prensipleri, politik olarak da devletlerin genişletilmiş dominantlık haklarına vurgu yapar. Wilson’un 14 prensibi, diplomasiye de yeni bir bakış açısı getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı evvelinde devletlerin birbirleri arasında, kimin hangi toprağı alacağı hususunda özel olarak yaptıkları daha önceki stil saklı diplomasilerin yerini kamuya sarih antlaşmaların alması için çağrıda bulunmuştur. Wilson aynı zamanda ortaklaşa güvenlik prensibine direnerek kurulacak olan uluslararası bir teşkilatın savaşları önleyebileceğini düşünmüştür. Bu bağlamda, barışhoşlanır devletlerin aza olduğu bir Halklar Toplumu’nin kurulması tasarlanmıştır. Bu toplum, aza bir devletin dominantlık haklarının başka bir devlet tarafından ihlal edilmesini uluslararası barış için bir tehdit saymalıdır ve bu sebeple tam aza devletler birliktece bu hücuma yanıt vermelidir. Teorik olarak Halklar Toplumu gibi uluslararası organizasyonun varlığı dahi saldırgan devletleri toprak genişletme siyasetlerinden vazgeçirmeye yetecektir. Kalıcı yapılar ve yazılı bir tüzük ile ihtilafları çözme amacında bir uluslararası uzvunun kurulması istikametinde ilk resmi adım olması, Halklar Toplumu’ni 1919 sonrası dünyanın ayırıcı özelliklerinden biri yapmıştır. 1930’larda Japonya, İtalya ve Almanya’nın saldırgan siyasetlerini yasaklamadaki galibiyetsizliğine karşın Halklar Toplumu, 1945 senesinde kurulan Birleşmiş Milletler için bir model oluşturmuştur.
Kendi Mukadderatını Atama Hakkı ve Yeni Devletlerin Kurulması
Wilson’un uluslararası bir ortaklaşa güvenlik uzvunun kurulması istikametindeki ısrarı kadar ehemmiyetli olan bir diğer husus da onun, ulusların kendi mukadderatlarını atama hakkının olduğuna olan inancıdır. Her ulusun bir devleti olması gerektiği, görünürde Wilson’un idealidir. Ancak onun görüşleri hem kuramda hem de pratikte pek çok paradoks barındırmaktadır. Misalin yeni bir uluslararası teşkilat tarafından kendi mukadderatlarını atama hakkı verilen bu insanlar kimlerdir? Hangi özellikler onlara bir ulus olma ve devlet kurma hakkı tanımıştır? Toprak ve kan bağına bağlı organik ve özcü bir ulus kavrayışı özümsenmediği sürece vatandaşlığın hudutlarının nerede başlayıp nerede bittiği, popülasyon ve ülke bağlamında olanaksızdır. Kimler bir devletin yurttaşı olabilirler? Her ulusun bir devleti olması gerektiği ne kadar arzu edilir bir idealdir? Çok halklı, değişik kavmi gurupların birlikte yaşayabildiği daha kozmopolit bir devlet kavrayışı neden uygun görülmemiştir? İki değişik ulus aynı toprak parçası için tarihsel servet üzerinden politik haklar arz ettiklerinde ulusal hudutlar nasıl ve kimler tarafından tanımlanacaktır?
Wilson’un kendi mukadderatını atama hakkı üzerindeki ısrarları, Avrupa’da, sosyolojik reeller göz önüne alındığında, mesele çözücü olduğu kadar yeni meselelerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. 60 milyon insan, kendilerine ait bir devletle mükâfatlandırılırken 25 milyon insan bu ulus devletler içerisinde azınlık olmak zorunda vazgeçilmişlerdir. Hipotez edileceği üzere, Güney, Doğu ve Orta Avrupa’da oluşturulan yeni devletler Macaristan, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Polonya ciddi problemlerle karşı karşıya kalmışlardır. Kavmi ayrışmaların yanında cılız ekonomiler ve deneyimden yoksun politik müesseseler, bu ülkelerdeki problemlerin başlıca kaynaklarıdır.
Bununla birlikte Amerikan Başkanı kendiliğindene atama hakkının beyaz olmayan ırklar tarafından kullanılması hususunda o kadar da kararlı değildi. Uluslararası bir ideal olarak ortaya çıkan kendi mukadderatını atama hakkı, pratikte yalnızca Wilson’un kendi kendilerini idareyebilecek olgunlukta gördüğü yegâne insanlara, Avrupalılara verilmiştir. Avrupalı büyük eforların kolonileştirdikleri topraklarda yaşayan insanlar Wilson’un kendi mukadderatını atama prensibinin küresel ölçekte uygulanacağını ümit etmişler ancak hayal kırıklığını uğramışlardır. Unutulmamalıdır ki Amerika Birleşik Devletleri Başkan Wilson zamanında Karayipler ve Orta Amerika’daki mevcudiyetlerini güçlendirmiş, Filipinler’i İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar koloni olarak elinde bulundurmuş, Haiti’yi 1940 senesine kadar işgal etmiştir. Daha Önceki Osmanlı topraklarında ve Almanya’nın Afrika kolonilerinde, kendi kendilerini idaremeye kadir olmadıkları düşünülen milletlere Manda İdareleri ceddilmiştir. Bu idare biçimine göre galip devletler yalnızca bir zamanlığına, alakalı ülke kendi kendini idareyebilecek vaziyete gelinceye kadar, yönetimi ellerinde bulunduracaklardır. Ancak bu zamanlar uzamış ve neticede yalnızca adda bir farklılık olmuş, daha önceki sistemde ismine koloni denilen yapılar yeni formatta manda idareleri ismiyle anılmaya başlanmıştır.
Bu bağlamda Baskın Oran’ın değerlendirmesi ehemmiyetlidir: “Zamanı için ilerici olan ve bu sebeple de İngiltere ve Fransa’nın koloni çıkarları ile bağdaşmayan bu fikirlerde, Uluslararası İlişkiler profesörü olan Wilson’un idealizminin yanı gizeme, kolonicilerin yerini almak için hazırlanan bir Amerika Birleşik Devletleri’nin realizmini de görmek olasıdır. Kolonilikten ve bağımlılıktan kurtulacak olan halklar ve ülkeler, uluslararası özgür ticaret için pazarı genişleteceklerdir.”