Osmanlı yarıyılinde saray müzik kavrayışı daha çok Arabî ve Farsî ezgilere direniyordu. Tamburlar, darbukalar, udlar ile yapılan ve günümüzün Türk Musikisi ya da Türk Sanat Müziği diye adlandırılan bir perdede müzik sanatı var olmaktaydı. Ulus tabakasında ise saz ve tekke edebiyatları karar sürmekteydi. Osmanlı devletinin kökleri Oğuz boyu olmasına karşın uzun zamandır Orta Asya kültüründen uzak kalan Oğuz Türkleri Arabî müzikleri kendi kültürleri ile yoğurmuştur. Yoksa o yarıyılda Orta Asya’daki müzik kültürü Osmanlı ile değişiklik göstermektedir.
İşin ilginç yani Osmanlı yarıyılinde Avrupaî çok sesli müzik yok değildi. 16.yüzyılda Topkapı Sarayında ve At Alanında Sultan Ahmed Alanı; Şehzadelerin sünnet ve düğün törenlerinde Avrupa’dan gelen bazı müzikçiler çok sesli müziğin ilk örneklerini sundular. Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta var:
Çok sesli müzik saray aracılığı ile girdi.Halka erişti ama eriştiği ulus İstanbul milletiydi. Üstelik İstanbul’un mecralarına değil bütün tersine zengin ve elit kesimin bulunduğu Sultanahmet Alanına erişti.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise, çok sesli müzik kavramıdır. 16.yüzyılda buraya gelen yalnızca çoksesli müzikti. Daha sonra klasik müzik orkestrası ve en sonunda opera gelecektir. Gerçeğinde operanın gelmesi Osmanlı için bir müzik devrimi olarak nitelendirilir.
Osmanlı’nın operayı tanıması ise düzey düzey gerçekleşmiştir. İstanbul’a gelen ilk klasik müzik orkestrası I. François tarafından, 1543 senesinde V.Karl’a karşı verdiği savaşta kendisine destek veren Kanuni Sultan Süleyman’a hediye olarak gönderilmiştir. Bu orkestra sarayda 3 gün vakitle konserler vermiştir. Bu orkestra dışında zaman zaman Galata’daki kilise orgcuları da saray ulusuna ve Osmanlı aydınlarına mini konserler vermekteydiler.
Daha sonraki yüzyıllarda ise Avrupa ile müzik temasları bu tip hediyeler ile devam etmiştir. En dikkat çekici hediye İngiltere Kraliçesi I.Elizabeth tarafından verilmiştir. I.Elizabeth bir org ile birlikte birçok Avrupa enstrümanı ve enstrümancısını Osmanlı Devletine göndermiştir. Bu enstrümancılar kent kent dolaşarak kendi sanatlarını tanıtmışlardır ama hiçbirisi yeteri kadar ilgiyi görememiş, benimsenmemiştir.
19.asırdaki kültürel değişme yani Batılılaşma ise kendini iyiden iyiye hissettirmiştir ve batılı düşünce akımlarının etkisi altına giren Osmanlı, Batı müziğini kısa zamanda benimsemiş hatta değişen cemiyet beğenisinin simgesi gidişatına getirmiştir
Osmanlı’nın kültür yaşamındaki bu değişimde İstanbul’da bulunan yabancı elçilik üyelerinin etkisi çok fazladır. Özellikle kentin Beyoğlu’nda Pera kesiminde bulunan tiyatro ve opera binalarındaki konser ve opera gösterileri, yarıyılin sosyal yaşamındaki yeni yaradılışlara taşıt konumundadır. Varlıklı ailelerin batılı yaşam kavrayışını daha kolay benimsemeleri ile büyük bir kültürel etkileşim yaşanarak piyano ve diğer Batı stili müzik aletlerini bilme isteği yaygınlaşmıştır.
Elbette Osmanlı bireylerindeki eğitim Avrupa’daki gibi değildi. 19.yüzyılda ve hatta daha evvel Avrupa’da müzik eğitimi veren müzik mektepleri, konservatuarlar vardı. Osmanlı yarıyılinde böyle müesseseler olmadığı ve dolayısıyla mektepli bir eğitim olası olmadığı için Osmanlı aristokrat ve burjuva gayrimüslim aileleri bu gediği yabancı hocalarla kapatıyordu. Bu hocalar arasında Müzika-i Hümayun’un şefi Guiseppe Donizetti’den, Macar Tevfik Beye kadar seslerini dünyaya duyurmuş isimler mevcut.
Batılılaşma sürecini sosyal yaşamı da etkilemiştir ve yerleşim Boğaziçi taraflarına doğru meyletmiştir. Günümüzdeki yalıların kaynağı da bu batılılaşma sürecidir. Her yalıda kesinlikle piyanonun olması da müziğin etkisini iyice hissettirmektedir.
Geldik Abdülmecit zamanına…
Bir gözden geçirelim mevzumuzu: Çok sesli müzik ile başladık ve Kanuni yarıyılinde 1543 senesinde gelen klasik müzik orkestrasından bahsettik. Daha sonraki yüzyılda ise yani 17.yüzyılda ise I. Elizabeth’in hediyesinden bahsettik. Daha sonra Batı müziğini batılılaşma süreci içinde ele aldık ve 19.yüzyıla kadar olan gelişmeleri kısa kısa verdik. Kanuni yarıyılinde pek rağbet edilmeyen Batı müziğinin Batılılaşma ile giderek içselleştiğini anlatmaya çalıştık. Abdülmecit yarıyıli ise önemlidir zira Batılılaşma mücadelelerinin en net görüldüğü dönemdir zira devlet eli girmektedir araya.
Abdülmecid Yarıyıli ve Batı Müziği
Abdülmecid yarıyıli Batılılaşma rüzgarı en çok kültürel alemde esmiştir. Bu yarıyılda yani 1839- 1861 senelerinde Avrupa’dan İstanbul’a gerek resim gerek müzik alanında ünlü müzisyenler gelmiştir. Bu sanatçılar arasında en önemlisi ise, padişah huzurunda resital vermek üzere gelen ilk konul sanatçı ünvanına sahip olan Viyolonist Hengi VIeuxtemps’tir. VIeuxtemps eşi ile birlikte çıktıları turnede İstanbul’a da davet edilmiştir. Verdikleri bu mini resitalden sonra ise Nişan-ı Ali kıt’ası ile ödüllendirilmişlerdir.
VIeuxtemps’ ve eşinden sonra saraya ünlü Macar besteci Franz Liszt’te gelmiştir. Franz Liszt’in geleceği Osmanlı Devleti resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de üç dilli olarak bildirilmiştir. Franz Liszt sarayda ağırlanmış, kendi isteği ile Alexander Commenoliger’in evine misafir olmuştur. Bu esnada o günün bando ekibi sayılan Müzika-i Hümayun’un şefi olan Donizetti’nin yazdığı Mecidiye Marşını piyanoya uyarlamıştır. Bununla da yetinmeden Liszt, ünlü Türk Marşı’nı yazmıştır. Bu marşı yoldan geçen bir yoğurtçunun çıkardığı seslerden ilham olarak yazdığı rivayet edilmektedir. Bu eserlerin reelleri ise Liszt Müzesi’nde sergilenmektedir.
Sonuç olarak, çok sesli müziğin yurtdışından gelen batılı sanatçılarının tanıtımıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun kültür ve sanat yaşamında yer almaya başladığı görülmektedir.