Kârûn ilk kere Kasaş, Mü’min ve Ankebut zamanlarında Kur’an’da karşımıza çıkmaktadır. Kur’an’dan direk bir misal vermek gerekirse İsrailoğullarından olduğu söylenen Kârûn’ un serveti Kur’an’da şu biçimde geçmektedir:
“Biz ona, anahtarlarını dahi taşımanın güçlü bir topluluğa ağır geleceği hazineler verdik.”
Serveti ile bir hayli gidişatta böbürlendiği söylenen Kârûn serveti için “Bunlar bana bendeki bilgi ve hünerden dolayı verilmiştir,” dediği öğrenilmektedir. Bazı kaynaklara göre Kur’an’daki Kârûn öyküsü Tevrattaki Musa ile münazara halinde olan ve zenginliği ile rastgele bir açıklama bulunmayan İsrail ileri gelenlerinden birisi olan Koreh’in serveti ve yunan mitolojisinde geçen Krezus’ un servetinin bir kombinasyonu olduğu kabul edilebilir. Krezus Antik çağın öğrenilen en zengin ve servetli Kralı idi. Onun öyküsüne göre Krezus değdiği herşeyin altın olması için ilahlara dilenir ve bu biçimde salt mutluluğa ulaşacağını sanır ancak öykünün sonunda isteği reel olan Kral çok zengin olmasına karşın yeniden de mutluluğu bulamamıştır ve yeniden acılar içerisinde kıvranarak can verir. bkz. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Tarih Hocalığı Anabilim Dalı İlanı Lidya toprakları Anadolu’da bulunan en daha önceki Yahudi mesken üniteleridir ve bu özelliği ile Kur’an’da geçen bu öykünün Yahudiler aracı ile bazı kalitelerinin zaman, mekan vb. gibi değiştirilerek Orta Doğu milletlerine kadar eriştiği ve orada da dağıldığı düşünülmektedir. Öyküye öbür bir taraf olan Tevrat’tan bakıldığında ise Musa ile tartışan Korah adlı birisinin bir anlatısıdır. Burada Korah adlı şahsın zenginliği ya da serveti hakkında bilgi yoktur.
Bu biçimde genel olarak çerçevelendirilebilen Kârûn öyküleri daha sonrasında Kârûn ile alakalı tabirlerimde oluşmasına neden olmuştur. Misal vermek gerekirse: “Karun kadar zengin olmak“ Öbür bir misal ise Gaziantep yöresine ait bir türküden gelmektedir:
“Kul Himmet üstadım gelse otursa
Hakk’in kelâmini dile getirse
Dünya benim deyi zapta geçirse
Karun kadar mülkün olsa ne fayda”
Kur’an’da Geçen Kârûn Öyküsü
Kur’an’da geçen Kârûn Öyküsüne daha yakından bakarsak Kârûn’un Hz. Musa’nın hem amcaoğlu hem de eniştesi olduğunu görürüz. Gündüzleri oruç yakaladığı ve geceleri ise Namaz kıldığı öğrenilen Kârûn bu zamanlarında çok muhtaç ailesine bakmakta zorlanan bir kimseydi.
Günlerden bir gün Hak Celle ve Ala Hazretleri Hz. Musa’ya Tevrat’ı altın harekâta ile yazmasına emretmişti bu gidişatta ise Hz. Musa “Ya Rabbi, halimi öğreniyorsun, ben çok muhtacım“ diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Cenabi Hak Hz. Musa’nın Alşimi ilmini bilmesini sağlamıştır. Yakın akrabası olan Kârûn’un büyük kasvet içerisinde olduğunu ve ailesine dahi bakamadığını ancak dininin gereklerini yerine getiren bir birey olduğunu gören Hz. Musa bu Alşimi ilmini Kârûn’a da öğretmeye karar vermiştir ancak bunun üzerine iman etmeyi vazgeçen Kârûn kar-ı iman bumuş der ve çok büyük mülk ve servet sahibi olur. Bir dedikoduya göre Kârûn’un servetinin anahtarlarını 70 bir öbür dedikoduya göre ise 100 devenin taşıdığı söylenmekteydi ve yeniden dedikoduya göre yalnızca bir anahtar ile 70 adet hazine kapısı açılıyordu. Kârûn biryerden başka bir yere gideceğinde ona 1000 adet altın giysili ve altın lalıçlı kadın ve erkek eşlik ederdi. Zenginliği ile Beni İsrail’i ikiye ayırmayı başaran Kârûn bu sayede İsraili’in bir tarafının Hz. Musa’ya öbür tarafının da Kârûn’ a taraftar olmasını muvaffak olmuştu. İmanları vazgeçen Kârûn’ dan hiç olmazsa zekat vermesini isteyen Hz. Musa Kârûn’ un bu mevzuda bir hesap yapmasına neden olmuştur, yaptığı hesaplar üzerine sahip olduğu mülke rağmen çok büyük bir ölçüde zekat vermesi gerektiğini farkeden Kârûn zekat ödemeyi de reddetmiştir.
Bu gidişatı gözlemleyen Hz. Musa Kârûn’a bizzat giderek ona dünya mülkünü bir tarafa vazgeçmesini ve Hz. Allah’ın yoluna dönmesini öğüt eder ancak Kârûn Hz. Musa’yı ciddiye almaz ve mülk ve serveti herşeyin üstünde tutarak yaşamaya devam eder, günler geçtikçe mülküne mülk, servetine servet katan Kârûn’ un serveti artık tam dünyaya dağılmış ve duyulmuştur.
En sonunda Hz. Musa’ya bir öneride bulunan Kârûn bu önerisinde Hz. Musa’ya: „Ya Musa, Mısır ehlini toplayalım ve o cemaat içinde seninle bahis edelim. Şayet sarih ispat ile bana gâlib olursan, mülkümün zekâtını veririm. Ve şayet ben sana gâlib olursam, sen de bundan sonra peygamberlik davasından bırakıp bir köşeye çekilirsin“ dediği öğrenilmektedir ancak Kârûn’ un usunda başka tasarılar vardır. Hz. Musa Mısır ahalisi ile Kârûn’un evinde bir araya geldiğinde ahali Hz. Musa’dan bir vaaz vermesini ister. Ahaliyi itiraz etmeden kabul eden Hz. Musa:
«Bir kimse hırsızlık yaparsa elini keserim. Bir kimse eşkiyalık yapsa, başını keserim ve bir kimse evli olup zina etse taslayıp helâk ederim» derken Kârûn ayağa kalkıp sorar: «Ya Musa, sen de zina etsen ne yaparsın?» deyince, Hz. Musa Aleyhisselâm da «Şayet ben de haşa zina etsem, Cenabi Hak’kın emri bana dahi böyledir» der.
Hz. Musa’nın yanıtı sonrası Kârûn daha evvelinde tasarladığı oyunu devreye koymaya başlar. Daha evvelinde mülk ve mal ile aldattığı bir kadını, millete karşı Hz. Musa ile zina ettiğini ve karnındaki çocuğun babasının da Hz. Musa olduğunu söylemesine karşı ikna etmiştir. Kârûn «Ya Musa senin zina ettiğine dâir, benim tanığım vardır. Çünkü şu kadın bana söyledi ki, sen bununla filan vadide zina etmişsin. Hatta karnındaki çocuk da senden imiş, diyerek, Hz. Musa’yı ulus arasında mahçup etmek fikri ile, o fahişeyi ayağa kaldırır. Ve ey kadın şöyle ki tam insanlar duysun,» der. Ancak söz süreyi kadına geldiğinde kadın asılları söylemeye başlar ve „Ey Benî İsrail! Doğrusu Hz. Musa’nın bu işten haberi yoktur. Kârun’un söylediği palavra ve kötüledir. Çünkü Kârun, beni çağırıp bir Çok mülk vadederek, bu yolda Hz. Musa’ya kötüle etmemi tembih etti. Oysa Hz. Musa, Kalîmullah’ tır. Öyle bir zata böyle bir alçaklığı isnad etmeye Allah’tan korkarım.“ der. Bunun üzerine çok hiddetlenen Hz. Musa Kârûn’ a dönüp: „Ey Allah düşmanı: Bu kötüleden muradın nedir? Beni mahçub edip, Cenabi Hak’kın emri olan zekâti vermemek midir?“ diye sorar ve secdeye vararak «Ey tam saklılıklara ve gizemlere vakıf olan Rabbim! Kârun’un kötülesini sen öğrenirsin, gayret senindir“ der o anda gelen Hz. Cibril „Ya Musa! Hz. Allah, Kârun’un helaki için yeri emrine âmâde kıldı“ diye emreder. Hz. Musa secdeden kalkarak doğruca Kârûn’ a gider ve elindeki asasıyla „Yut“ diye haykırarak yere vurur. O anda yer Kârûn’ u sediri ve adamları ve serveti ile beraber yutar.
Kârûn’ un öyküsü ve serveti bu biçimde Kur’an’ın 40. ve 29. sayfalarında detaylı olarak anlatılır ve dünya mülkünün, servetin ne kadar kıymetsiz olduğu vurgulanmaya çalışılmaktadır. Bir asa ile yer tarafından yutulan tam mülk ve servete karşılık doğruluk ve inanç kazanır.
Karun Kanatlı Deniz Atı
Karun Hazinesi adlı yapıtlar aynı zamanda Uşak Arkeoloji Müzesin’de de sergilenerek millete sunulmaktadır.