Lale Devri, Osmanlı’nın Batı’ya açılmaya başladığı dönemdir. Birçok reformun yapıldığı; ancak devlet ricalinin zevk ve sefa içinde yaşadığı bir devirdir.
Lale Devri, Osmanlı’da 18. asır ıslahat hareketlerinin başlangıcıdır. Osmanlı’da ilk ıslahat yenileşme, düzenleme hareketlerinin başladığı yarıyıl olarak görülür. Aynı zamanda “Batılılaşmanın da başlangıcı” olarak kabul edilir. Devlet adamlarının zevk ve sefa içinde yaşaması, reformlara gölge düşürmüştür.
Lale Devri Nedir, Nedenleri Nelerdir?
Lale Devri, Osmanlı’da 1718-1730 seneleri arasında yaşanan 12 senelik kısa bir dönemdir. III. Ahmet’in saltanat sürdüğü, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadareti veziriazamlığı zamanında geçen bu yarıyıl, 600 senelik imparatorluğun “en çok tartışılan ve saptırılan yarıyıli” olarak dikkat sürükler.
Bu devir, 1711 Prut Galibiyeti ve 1718’deki Pasarofça Antlaşması’nın neticeyidir. Bu süreçlerin ardından başlayan barış barış ve ıslahat yenilik yarıyılinin bir eseridir. Osmanlı’nın “modernleşme yüzyılı” olarak anılır. 1718 senesinde Avusturya ve müttefiki Venedik’le imzalanan Pasarofça Antlaşması’nın ardından başlayan uzun bir barış yarıyılinde Osmanlı’da yaygınlaşan reform süreci, genel olarak “Lale Devri” olarak belirlenmiştir.
Lale Devri, barış ve yenilenme ihtiyacı dinleyen Osmanlı’nın reform talebi nedeniyle doğmuştur. Bu yarıyıl, Osmanlı’nın “Batı’yı referans almaya başladığı”; Batı taklitçiliğinin, zevk ve sefanın yoğun olarak yaşandığı bir devir olarak görülür. Müessesesel ıslahatların tatbik edilmeye başlandığı dönemdir. Bu çalışmalar, padişah ve damadı Veziriazam Damat İbrahim Paşa’nın inisiyatifi ile yürütülür. Bu çalışmalarda kumpasi bozulmuş ve yarıyılin koşullarının gerisinde kalmış idari, ekonomik ve askeri sistemin düzeltilmesi ve yenilenmesi hedeflenmiştir.
Lale Devri hakkındaki bazı kaynaklarda bu yarıyıl, “Türk Rönesanssı” ve “uyanış” olarak tarif edilmiştir. Ancak birçok kaynak da bu yarıyılin “uyanış” olarak görülemeyeceğini belirtir. Bunun sebebi olarak da, “uyanış” teriminin geniş kitleleri içermesi gerektiği; ancak Lale Devri’ndeki “uyanışın” genellikle devlet ricali ve çevresi ile hudutlu kaldığı gösterilir.
Lale ve Lale Devri
Lale Devri ismini, günümüzde İstanbul’la aynılaşan “lale” çiçeğinden alır. Bunun çok makul sebepleri vardır. Bu yarıyılda lale, sanki prestij ve tutku sembolü haline gelmiştir. Veziriazam Damad İbrahim Paşa, Padişah III. Ahmed’e her zaman neşeli ve sükûnetli bir etraf hazırlamaya gayret göstermiştir. Bu güzergahta cümbüş ve şenliklerin sembolü de lale olmuştur. Bu yarıyılda lale başta olmak üzere saray, köşk ve bahçeler birçok çiçekle süslenmiştir. Lale bahçelerinde yaz aylarında cümbüşler düzenlenmiş; kış aylarında ise helva sohbetleri yapılmıştır.
Bu yarıyılda bir rivayete göre 239, bir rivayete göre de 839 çeşit lale yetiştirilmiş; her bir lale cinsine değişik isimler verilmiştir. Lale soğanlarının fiyatları da çok pahalıdır. Lale soğanları suratlarca altın etmektedir. Hatta lale soğanlarının fiyatı çok çoğalınca hükümet bir ferman çıkararak, lale fiyatlarına narh koymuştur.
Bu yarıyılda Osmanlı devlet ricalı, lale bahçelerinde zevk ve sefaya dalmıştır. Devlet meseleleri lale bahçelerinde tartışılır olmuştur. Tütün ve kahve serbest bırakılmış; ulus da yöneticileri gibi kahvehanelerde ve birahanelerde cümbüşe yönelmiştir.
Bu yarıyılda lale yetiştirmek, ulusun her tabakasına yayılmış; Türklerin ortak meşguliyeti haline gelmiş ve İstanbul bahçe kültürüne girmiştir. Bahçeler dışında pencerelerdeki saksıların da en gözde çiçeği lale olmuştur. Yeni lale türlerinin üretimi için müsabakalar düzenlenmiştir.
Özellikle yaz gecelerinin cümbüşlerinde lale en önemli figür olmuştur. Sarayların bahçelerinde lalelerin altında kandiller ve yürüyen kaplumbağaların üzerinde mumlar yakılarak Çırağan şenlikleri yapılmıştır. Lale mevsimi sona erince kış aylarında Sultan Ahmed ile veziri her tarafı kapalı mekanları ısıtarak lale ve karanfil yetiştirmeye çalışmıştır.
Lale Devri ve Sefahat
Lale Devri’nin en belirgin özelliği, devlet ricalinin ve çevresindekilerin sefahat içinde yaşamasıdır. Özellikle Kağıthane’de inşa edilen Sadabad Sarayı, yeni bir cümbüş stilinin sergilendiği merkez haline gelmiştir. Yaz aylarında Çırağan sefaları, kış aylarında helvalı sohbetler ve umarsız cümbüş sarfiyatı dikkat çekmiştir.
Avrupa kültürünü referans alan ıslahatlar ve devletin üst kademelerinin ve yakınlarının içinde bulunduğu sefahat, milleti doğrudan kapsamıyordu. Devlet ricalinin sefahat içindeki gidişatı, ıslahat hareketlerine de gölge düşürdü ve yenileşme hareketi “Batı’yı taklit” olarak görülmeye başlandı.
18. asırdan itibaren Lale Devri’ndeki bu süreç Batı’nın model alınmasıyla ilerliyordu. Askeri alan başta olmak üzere yaşam stili de değişmeye başladı. Yeni saraylar inşa edildi, Batı stili mobilyalar ve ev dekorasyonu mahsulleri getirildi ve kültürel gelişmeler yaşandı. Tabi tüm bunlar elit kesimle hudutlu kaldı.
Lale Devri Veziriazamı Damat İbrahim Paşa
Lâle Devri’nin mimarı, reformist Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, “Babıâli diktatörü” olarak da bilinir. Lale Devri’nin veziriazamı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Avrupa’yı tanımanın önemini ilk kez vurgulayan padişahtır. Bunun, Osmanlı dış politikası için çok önemli olduğuna inanmıştır.
Savaştan hoşlanmayan İbrahim Paşa, barış yanlısı bir veziriazam olarak görülüyor. İyi bir eğitim aldığı bilinen Damat İbrahim Paşa, edebiyata, bilimsel kavgalara ve tarihi mevzulara ilgisi ile tanınır. Bazı tarih kitaplarının ve Ariston’un bazı eserlerinin Osmanlıcaya çevirisini yaptırmıştır.
1719 senesinde Viyana’ya bir elçilik kuruli yollayan Damat İbrahim Paşa, 1720 senesinde ise, ittifak için Yirmisekiz Mehmet Çelebi’yi Paris’e göndermiştir. Paşa, Çelebi’den Fransa’nın kültürel ve imar yapılarını inceleyerek, bilgi toplamasını istemiştir. Mehmet Çelebi, Paris’deri dönünce “Sefaretname” isimli bir kitap yazmıştır.
Kitapta Paris’te gördüklerini “yeni bir dünya keşfetmiş gibi” hayranlıkla anlatan Mehmet Çelebi, gördüğü yeni teknikler, bilim müesseseleri, gözlem ev, sağlık kurumular, limanlar, askeri mektepler, hayvanat bahçeleri, tiyatro ve operalar, parklar ve cümbüş yerlerinden bahsetmiştir. Gerçekten de bu yarıyılda, Mehmet Çelebi’nin dönerken getirdiği tasarılara göre İstanbul yeniden imar edilmiştir.
Mehmet Çelebi’nin yanında götürdüğü oğlu Sait Mehmet Efendi de, İbrahim Müteferrika ile birlikte İstanbul’da matbaa açılmasını sağlamıştır. Osmanlı’nın ilk matbaası olma özelliği taşıyan bu matbaa, 1727 senesinde Sultan Selim semtindeki Müteferrika’nın evinde kurulmuştur. Bu matbaanın açılması, “Lale Devri’nin en büyük kazanımı” olarak görülür.
İbrahim Paşa, ilim ve sanat adamlarını desteklemiş; alanında uzman alimlerle dersler düzenlemiş; ziyafetlerde Şeyhülislâm gibi dini önderleri hazır bulundurmuştur. Ancak Veziriazam Damat İbrahim Paşa ve çevresi, lale bahçelerinde daldıkları zevk ve sefanın cazibesinden takribî 8 ay ayaklanma hazırlığı içinde olan İşverene Halil ve adamlarını fark edememiştir!
Lale Devri’ni Başkaldırıya Dönüştüren Süreç
Lale Devri, Osmanlı Devleti hakkında en çok “saptırılmış” yarıyıl olarak kabul edilir. 12 senelik bu kısa yarıyıl ve bu yarıyıli sonlandıran İşverene Halil Başkaldırıyı, ideolojik olarak ele alınmış, sanki tarihsel gerekçelerinden ve sürecinden koparılmıştır. Başkaldırı, reelinde ideolojik esastan çok, Lale Devri’nin sonlarındaki çekişmeli iktidar mücadelesini gözler önüne sermiştir.
1730 Başkaldırıyı ve isyanı önceleyen Osmanlı tarihinin 12 senelik “kısa” yarıyıli, Osmanlı tarihçiliğinin en fazla saptırılmış ve popülerleştirilmiş yarıyılidir. Başkaldırının elebaşı Şaki İşverene Halil de bu saptırmada önemli bir oyuncu olarak kullanılmıştır.
Bu devri sona erdiren isyan, iktidar mücadelesinin neticeyi olarak görülür. Osmanlı devlet yapısındaki bozulma da, isyanın sebepleri arasında gösterilmektedir. Her ne kadar Lale Devri’ndeki ıslahat çalışmaları devletin gidişatını ve cemiyetin yaşam koşullarını iyileştirme emeli ile yapılsa da, bu doğrultuda milleti de kapsayan önemli bir gelişme görülmemiştir. Bilakis, ülkenin makûs ekonomisi karşısında ciddi oranda israf yapılmıştır. Ayrıca, İran ile yapılan savaşta da makûs bir gidişata düşülmüştür.
Tüm bu sebepler bir araya geldiğinde yeniçeri kitlelerini harekete geçirmek güç olmamıştır. Bazı çıkar kesimleri ve mevcut iktidarın dışına itilmiş ileri gelen oyuncular, yeniçeri kitlelerini harekete geçirerek, Lale Devri’ni sona erdiren isyanı başlatmıştır.
Yakın yarıyıl tarih kitapları İşverene Halil Başkaldırıyı’nı tarihsel bağlamından uzak olarak ele almıştır. İşverene Halil “kahraman” veya “serseri” olarak görülmüş ve ideolojik bir malzeme haline getirilmiştir. Bu yaklaşım, 1730 Başkaldırıyı’nı tarihsel kontekstinden kopararak, popülist siyasi kavgaların odağına oturtmuştur.
Lale Devri’ni sona erdiren bu önemli olay, Osmanlı’da şahit olunan önceki ve sonraki isyanlar gibi ele alınmamıştır. Bu sebeple Lale Devri ve 1730 Başkaldırıyı’nın siyasi, ekonomik ve sosyal tabanlı gerekçelerinin ortaya konulması için yeterli çaba gösterilemediği algısı hâkim olmuştur.
Başkaldırıyı yasal göstermek için “terbiyei bozukluklar” bahane olarak gösterilmiştir. Ancak bu iddia, isyanın nedenlerini karşılamak için yetersiz görülmektedir. Bazı kaynaklarda isyanın sebebi olarak -padişah ve çevresinin yaşadığı sefadan çok- “açılan çok sayıda medresede yetişen bazı kişilerin millet arasında devlet otoritesine karşı kışkırtıcı teşviklerde bulunması” gösterilir. Yani isyanın, doğrudan çıkar ve çıkarlar sebebiyle çıkarıldığı belirtilmektedir.
Bu yarıyılda Veziriazam Damat İbrahim Paşa, yönetimden bazı önemli isimleri tasfiye etmiştir. Örneğin; Ali Ağa, 1726 senesinde Damad İbrahim Paşa’nın veziriazam olduğu yarıyılda görevinden azledilerek Girit’e sürgüne gönderilmiştir. İşverene Halil Başkaldırıyı sonrası “vezir kethüdalığı” görevi ile taltif edilen Ali Ağa’daki intikam hırsı da, 1730 Başkaldırıyı’nı hazırlayan etkenler arasında sayılmaktadır. Bu önemli kişilerin menfaatlerinin sarsılması ve otoritelerini kaybetmeleri neticeyi yönetime dinledikleri öfkenin neticeyi olarak böyle bir hareket örgütlemeye başlamışlardır.
Millet kitlelerini harekete geçirmek uygun koşullar ve yasaliyet gerekliydi. Bu yarıyılda; Anadolu ve Rumeli’de haramiliğin tekerrür başlaması, asayişsizliğin çoğalması, kıtlık ve salgın hastalıklarının baş göstermesi, yönetimin ve veziriazamın bunları önlemek için başarısız olması veya yeterli girişimde bulunmaması da isyana yol açan önemli sebepler arasında sayılıyor.
Bu arada, Osmanlı’daki ıslahat hareketleri yalnızca devlet ricali ve elit kesimle hudutlu kaldı. Yeni bir yaşam stili benimseyen elitler ve devlet otoritesi, bu “nimetleri” kaybetmekle karşı karşıya kaldı. Otoriteye yakın olanlar dışında eski otorite ve mevki sahipleri de tekerrür bu “ayrıcalıklı yaşama” sahip olma çabası içine girdiler. Bu çabalar, muhalif söylemleri artırdı ve kitle hareketi olarak beden buldu.
Ekonomik bunalım başta yeniçeriler olmak üzere toprak sahiplerini de sarsmaya başladı ve bu gidişat, kitlelerde agresif tepkilere yol açtı. Aniden parlayan isyan, amaçlanan mevki sahibi kişiler üzerine odaklandı. Ayrıca İbrahim Paşa’nın önemli makamlara kendi akrabalarını ve yandaşlarını getirmesi de isyana sene açan sürecin bir basamağı olarak görülmektedir.
İşverene Halil Başkaldırıyı
İşverene Halil, 17. Ağa Bölüğü’ne üye bir yeniçeridir. Diğer birçok yeniçeri gibi ikinci iş olarak Bayezid Sırçaii Hamamı’nda tellâklık da yapmıştır. Kaptan-ı Derya’nın destekçilerinden olan İşverene’nın gemisinde levend olarak görev yaptığı için “İşverene” lâkabı aldığı iddia edilir.
İşverene Halil Başkaldırıyı, 28 Eylül 1730 tarihinde Yeniçeri ocağına kayıtlı 17 kişi tarafından başlatıldı. Bu kişiler, Sultan Bayezid Sırçaii’nin Kaşıkçılar kapısından kılıçlarla bayrak açarak harekete geçti. At Alanı’nda bir araya gelen isyancıların sayısı az olsa da devlet kurumlarındaki liyakatsiz kişilerin ihmalleri sebebiyle isyan bastırılamadı. Başkaldırıcılara istekleri soruldu, 4 kişinin iki saat içinde teslim edilmesi istendi. Daha sonra da saraydan 37 kişinin uzaklaştırılmasını istediler.
Dört kişilik listede Veziriazam İbrahim Paşa ile birlikte Şeyhülislam Abdullah Efendi ve veziriazamın damatları Mehmet Paşa ile Mustafa Paşa vardı. Padişah III. Ahmet, isyancıların isteğini yerine getirerek, bu 4 ismi boğdurdu ve cesetlerini At Alanı’na gönderdi. Başkaldırıcılar buna karşın bölmedi. Bunun üzerinde Sultan III. Ahmet tahttan çekildi. Yerini yeğeni I. Mahmut’a bıraktı.
Başkaldırının ardından elebaşı İşverene Halil, Divan-ı Hümayun buluşmalarına güçle katılarak o güne kadar görülmemiş serkeşlikler sergiler. Yeni padişah onları kılıçtan geçirinceye kadar 46 gün boyunca devlet çarkını istedikleri gibi döndürdüler.
Lale Devri’nin Neticeleri
Tarih kitaplarında 1730 seneyi, Osmanlı’da “Lale Devri’nin sona erdiği tarih” olarak kaydedilmiştir. Lale Devri’nin neticesinde reform arzlari bütün olarak uygulamaya konulamamıştır.
Lale Devri’nde ıslahat hareketlerinin çoğu askeri alanda yapılmıştır. Askeri alan dışında yapılan ıslahat hareketleri, milletten kabul görmemiş ve genellikle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Osmanlı matbaa ile Lale Devri’nde tanışmıştır. Ancak okuma-yazma meseleler ve basım maliyetinin yüksek olması sebebiyle matbaanın etkili bir fonksiyonu olmamıştır.
Yarıyılin veziriazamı Damat İbrahim Paşa ve çevresindekilerin servetlerindeki muazzam çoğalış ile İstanbul dışındaki yaşam standartlarının düşüklüğü arasındaki uçurum, millette “reform” algısını geliştirememiştir. Ayrıca, ekonomik bunalımdaki ulusun devlet ricalindeki “tasarrufsuz tüketmeleri” karşısında ıslahatları benimsemesi pek muhtemel olmamıştır.
1730 Başkaldırıyı’nın ardından ayaklanmanın elebaşları önemli görevlere getirilmiştir. Bu yarıyılda inşa edilen saray, köşkler ve konaklar devrilmiş; devlet ricalinin ikametgâhları yağmalanmıştır.
Lale Devri’nin neticeyi olan İşverene Halil Başkaldırıyı, ideolojik bir ayaklanma değildir. Yani dini hassasiyetlerle ortaya çıkmamıştır. Veziriazam İbrahim Paşa, ekonomik meselelere karşın seçkin bir tabakanın zevk ve sefası için çok sayıda saray yaptırmıştır. Başkaldırıda bu eserlerin tamamı devrilmiştir..
Lale Devri’nin en önemli yeniliği olan matbaa, hattatları da işsiz bırakmıştır. İstanbul’da sayıları 90 bini bulan hattatların bazıları da isyana taraftar olmuştur. Başkaldırıda; matbaalara, tulumbacılık teşkilatına, çini atölyelerine ve kâğıt ve kumaş fabrikalarına değilmemiştir. Yani isyanın temelinde Batı taklitçiliği, devlet ricalinin zevk ve sefaya dalması ve eğlencenin yayılması uyumaktadır.
Bu yarıyılin zevk ve cümbüşe bakan doğrultuyu isyanla sona erdiyse de Batı’ya açılım ve yenileşme süreci devam etmiştir.
Lale Devri’nde Neler Oldu?
“Türk çağdaşlaşma tarihinin başlangıcı” olarak kabul edilen bu yarıyılin en önemli özelliği, ekonomik, sosyal ve bilimsel alanda ileri düzeydeki ülkelerden yararlanılmaya başlanılmasıdır.
Ayrıca, Lale Devri, imparatorluğun zenginliklerinden pay almak isteyen iç güçlerin mücadelesine sahne olmuştur. Padişah, veziriazamlar, vezirler, harem ağaları, saray bayanlar, şeyhülislamlar, yeniçeriler, esnaf, millet ve saraya yerleşmiş olan büyük aileler sürekli bir gayret içinde yer almıştır. Bu gayret husumetle değil, rekabet hudutları içinde yürütülmüştür.
Bu süreçte Osmanlı’da aşağıdaki gelişmeler yaşanmıştır;
Osmanlı Devleti, Avrupa’ya karşı saldırgan davranışından bırakarak, korunma mekanizmasını geliştirmiştir.
Bu yarıyılda Osmanlı, Avrupa ile barış koşullarını korunmak istemiştir.
Avrupa ülkelerine elçiler gönderilerek, Batı kültürü takibe alınmış ve bilgi bir araya gelmiştir.
Avrupa ile münasebetlerin geliştirilmesi için diplomatik temsilcilerle düzenli görüşmeler yapılmıştır.
Bu yarıyılda, -Avrupa’dan takribî 200 sene sonra- İstanbul’a matbaa getirilmiştir.
Kitap basımında ilerleme kaydedilmiş, dini kitapların dışında değişik mevzularda kitaplar veya kaynaklar da basılmıştır.
Tıp alanında gelişmeler yaşanmış; bu alanda birçok eser kaleme alınmıştır.
Yeni bir ordu kurulması için Rochefort liderliğinde İstanbul’a Huguenotlar gelmiş; askeri ıslahatları teşvik edici raporlar hazırlamışlardır.
Rochefort, ayrıca devletteki mali meselelerin çözümüyle ilgili de çeşitli raporlar sunmuştur.
Fransa’dan getirilen saray ve bahçe tasarılarına göre imar faaliyetlerine girişilmiştir. Bu çerçevede İstanbul’daki bazı padişah kasır, konak, medrese ve çeşmeleri Fransa’dan getirilen tasarılara göre imar edilmiştir.
Yeni yapılardaki işlemelerde abartılı bir şekilde “lale” motifleri kullanılmıştır. Bu motifler, devletin önde gelenlerinin yaşam stilini gözler önüne seren simge haline gelmiştir.
Veziriazam Damat İbrahim Paşa, Kağıthane’de padişah için Sadabad Sarayı’nı inşa ettirdi.
Fransız mimari tasarılarına göre; Üsküdar’daki Şerefabat, Beylerbeyi’ndeki Bağ-ı Ferah, Fındıklı’daki Emnabad ve Alibeyköy’deki Hüsrevabad sarayları inşa edilmiştir.
Edebiyat ve sanat alanlarında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Nedim gibi ünlü şairler, yazarlar ve sanatçılar, devlet tarafından desteklenmiştir.
Şair Nedim, Lale Devri’yle aynılaşan müstesna bir şairdir. Lale Devri’nde yaşananlar eserlerine yansıtan nadir şairlerden biridir.
Osmanlı kültür ve sanat hayatında gelişmelerle bağlantılı olarak şair Nedim şiirleriyle, bestekâr Itrî ve nakkaş Levnî gibi önemli isimler, günümüze kadar erişen eserler ortaya çıkarmışlardır.
Denizcilik ve gemicilik alanında da bazı yenilikler yapılmıştır. Osmanlı tarihinde ilk kez 1682 senesinde inşa edilen üç ambarlı gemiler tekerrür geliştirilmiştir.
İstanbul’da ilk kez bir Fransız tarafından itfaiye tulumbacı ekibi kurulmuştur.
İstanbul’da mimari başta olmak üzere her alanda Fransız tesiri görülmüştür. Süslemelerde Fransız barok ve rokoko stilleri uygulanmaya başlamıştır.
Belgrad Ormanları’ndaki tatlı suların kente taşınması için için bentler ve çeşmeler yaptırılmıştır.
Lale Devri’ne Dair Anekdotlar
18. asır Osmanlı tarihi literatüründe “Lale Devri” ismi altında bir yarıyıl belirlemesi yoktur.
Lalenin sembol olduğu bu devir, özellikle Haliç ve Boğaziçi bölgelerinde fazla derecede yaygın olarak lale yetiştirildiği için ilk kere Yahya Kemal Beyatlı “Lale Devri” olarak belirlenmiştir.
Tarihçi Ahmed Refik Altınay tarafından 1913 senesinde “İkdam” gazetesinde yayımlanan makalenin ve iki sene sonra basılan kitabın başlığında “Lale Devri” ismi kullanılmış ve bu ad Osmanlı tarihi literatürüne girmiştir.
Şair Nedim, isyan sırasında damlardan kaçarken düşerek can vermiştir.
Gençler arasında afyon ve esrar kullanımı çoğalınca Şeyhülislâm, “bunları kullanmanın haram olduğuna dair” fetva vermek zorunda kalmıştır.