Hititler, Anadolu’da yazıyı ilk defa kullanan ve Anadolu’da ilk defa siyasi birlik kuran medeniyettir. Hititler tarihi hakkında detaylı bilgiyi “Anadolu’da Kurulan İlk Medeniyetler” isimli yazımızdan öğrenebilirsiniz.
Bin sene boyunda Anadolu’da egemenlik kuran Hititler, yazıyı kullanan bir medeniyet olduğu için bizlere iki bin küsür tablet vazgeçmişlerdir. Bu tabletler genelde devlet kayıtları oldukları için yapılan işler, resmi merasimler, bayram merasimleri, sihirler, dualar gibi kültüre ve devlete ait detaylar bu tabletlerde ayrıntıları ile yazılmıştır. Bizi ilgilendiren kısım da bütün olarak budur. Bu tabletlerde yazılan ya da resmedilen merasimlerin büyük bir kısmı bugün Anadolu’da yapılan bazı merasimlere haddinden fazla eş.
Akadçadan Arapçaya ve Oradan da Dilimize Geçen Bazı Deyim ve Söyleyişler
“Anadolu’da Kurulan İlk Medeniyetler Nelerdir?” isimli yazımızda da yazdığımız gibi Hititler resmi yazışmalarda yazı dilini Akadça, diğer alanlarda ise Hititçe tercih etti. Bu bakımdan da devlet iki dilli idi. Şimdi işleyeceğiz mevzu, Akadçadan Arapçaya ve oradan da bize yadigar kalan sözcükler…
Öncelikle Osmanlı Devletinde bir terim olan “bab-ı ali”’den başlayalım. Bab-ı Ali, “yüce, büyük yer ya da yüce kapı” anlamındadır. Bab ve ali sözcüklerinin her ikisi de Arapçadır. Ama bab sözcüğünün etimolojisine baktığımızda reeller daha değişiktir: Kutsal yere Akadca bīt ili derlerdi. Arapçadaki beytullah kelimesindeki beyt ev, Akadca bītum “ev” kelimesinden gelmektedir. Babil şehrinin ismi de Akadca bābu kapı, ilu tanrıdan ilah gelmekte ve yaradanın kapısı anlamındadır. “Devlet kapısı” anlamında kullanılan bab-ı âli’nin orijini de Akadca’dır; yine Akadça elûm: yüksek, ulu anlamına gelmektedir. Yani bizim bugün Anadolu Türk medeniyetlerinden miras alan “bab-ı ali” sözcüğümüzün orijini Akadlara kadar dayanmaktadır. Bu bilgiler Adana’da Çukurova Üniversitesine bağlı olan Türkoloji Araştırmaları Merkezi’nin seminer silsilesinden birisi olan ve Arkeoloji kısmı öğretim abonesi Doç.Dr. RUKİYE AKDOĞAN tarafından hazırlanan HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE GELEN ANADOLU ANANE- GÖRENEKLERİ ve MUHTELİF EŞLİKLER isimli konuşmasından alıntılanmıştır.
Akadlar, bugünkü Arap bölgesine yakın olan topraklarda varlıklarını sürdürmüşlerdir ve bu bakımdan da Arapçaya Akadçadan birçok sözcük miras kalmıştır. İşin garibi, Oğuzların Anadolu topraklarına geldiklerinde kendilerine edebiyat dili olarak misal aldıkları Arapça ve Farsça, bu Akadça kökenli sözcüklerin bir kısmını bize miras vazgeçmiştir. Yine Doç.Dr. Rukiye Akdoğan’ın tespit ettiği sözcükler şu şekilde sıralanabilir:
Akadça, makkasu; Arapça mıḳaṣṣ ; Türkçe makas: kesmek, bıçak, çakı
Akadça sarāpu Arapça şerāb; Türkçe şarap: yudum yudum içmek
Akadça yakaladı; Arapça ve Türkçe dut
Akadça banûm; Arapça bena; Türkçe bina: bina etmek, alana getirmek, çocuk
Akadça kalbum; Arapça ve Türkçe kelb: köpek, it
Akadça ve Arapça dūdu; Türkçe dudu: bir kuş papağan
Akadça marāsum Arapça ve Türkçe maraz: hastalık, tasa, illet
Akadça nūrum ; Arapça ve Türkçe nur: ışık, kutsal olan aydınlık
Akadça lişānum; Arapça lisanûn, Türkçe lisan: Dil, iletişim vasıtayı olan kullanılan anlamlı sesler ve yazılar
Akadça halāqum; Arapça ve Türkçe helâk: yok olmak, tarihe karışmak
Akadça şamşum; Arapça şems; Türkçe şems, şemsiye: güneş, güneşderi korumaya yarayan edavat
Akadça targumannum; Arapça ve Türkçe mütercim: çeviri yani bir metni dilden başka bir dile aktarma işini yapan kimse, çevirmen.
Akadça kutānum; Arapça kettanun; Türkçe keten: pamuk, koton
Akadça lā; Arapça lā : hayır, yalanlamak anlamında olumsuzluk eki
Akadça salāmum, Arapça ve Türkçe selam: merhaba, dostluk bildiren sözcük
Akadça tayyārum; Arapça ve Türkçe tayyare: dönmek, uçak
Devlet Erkânında Kullanılan Hitit Kaynaklı Simgeler
Hitit krallarının kullandıkları simgelerden çift başlı kartallar ya da çift başlı kartaldan esinlenerek hazırlanan kanatlı güneş altına kralın isminin yazılması geleneği Anadolu sahasında Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletine miras kalmıştır. Selçuklu hanedanlığı uzun süre çift başlı kartaı hanedan simgesi olarak kullanmışlardır. Prof. Dr. Silgeç Alp’e göre özellikle Kanuni Sultan Süleyman tuğrasında Hitit devlet erkanına ait izler vardır ama elbette aynen kalmamış Türk kültürü ve Osmanlı hat sanatı ile zenginleştirilmiştir.
1228-1229 seneleri arasında yani Selçuklu Döneminde yapılan Divriği Ulu Sırçaii-Darrüşşifası’nın batı taç kapısında ve çift başlı kartal semboli sarihçe görülmektedir. Aynı sahada yani Anadolu sahasında çift başlı kartal figürünü Bizans İmparatorluğu da kullanmıştır.
Noel – Aziz Nicolas ve Hitit Kültürü İlişkisi
Çift başlı kartalın ve kanatlı güneş figürlerinin yanı sıra geyik figürü de yaygındır. Bugün olan Norbert Schimmel Koleksiyonu değerli parçalarından geyik figürlü eşya Anadolu kökenlidir. Bu eşyadaki figürlerin karşılıkları da Yrd. Doç. S. Erkut tarafından Hitit tabletlerindeki dokümanlarla ilişkilendirilmiştir. Bu tabletlerde yazılan bilgiler oldukça ilginçtir:“… Şiduva dağına eya ağacı kesmek için giderler. Onu getirirler ve Yaradan statüsünün arkasına yerleştirirler. Labka ekmeğini parçalarlar ve şöyle derler: Şiduva dağı, senden kestiğimiz bu eya ağacını süslemek için götüreceğiz” ve daha sonra şu ifadeler dikkat çekicidir: “Eya ağacının ardıç veya çam üzerinde, içinde ‘iyilik, bereket ve sağlık dilekleri ile güzele giden eşyalar bulunan yaradan Telipinu’nun tulumdan bir torbası asılıdır.” Yine bahsedilen eya ağacının yanında da bir geyik bulunmaktadır. Toparlarsak kabartmada şu unsurlar vardır:
Yapraklarını dökmeyen eya ağacı denilen ve bugün çam hatta çamın ardıç cinsi diye bilenen ağaç
Bu ağacın süslenmek için kesilmesi
Ağacın hemen yanından geyik olması
Çam ağacı dallarında içinde hediyeler olan bir torba asılı olması
Yrd. Doç. S.Erkut’un ve bu görüşe katılan Doç.Dr. Rukiye Akdoğan’a göre bu bahsedilen ritüeller Noel’i andırdırır. Noel zamanı da çam ağacı süslenir, hediyeler konur ve bu zamanın iyilik ve bereket getireceğine inanılır. Dünyada iki Noel Baba figürü bilinir: Biri mitos, diğeri ise Anadolu’da yaşadığı bilinen bir azizdir. İşin daha ilginç yanını bizlere sunan Doç.Dr. Rukiye Akdoğan Hititlerin“Kaybolan Yaradan” mitosu ile Antalya’da 4. yy’da yaşamış olan ve şimdi Noel Baba olarak anılan Demreli Antalya Saint Nicholas arasında iletişim kurar. Tabletlerden, kabartmalardan ve ananelerden yola çıkarak Kaybolan Yaradan miti, Aziz Nicolas’a atfedilmiş ve bugün Noel ile sadece Anadolu’nun değil dünyanın pek çok yerinde yaşatılmaktadır.
Yağmur Duası ve Hitit İlişkisi
Kıtlığın kaynağı her yarıyılda susuzluk ve bununla birlikte gelen kuraklık olmuştur. Bu bakımdan da her kültürde ama özellikle geçimini toprakla kazanan her kültürde yağmur duası vardır. Elbette Anadolu kültürlerinde de yağmur duası vardır ama bugünkü Anadolu sahası yağmur duası kültünden evvel Hititlerde vaziyet nasıl oluyormuş ona bakalım.
Hitit yağmur duası 6 gün ve üzeri merasimlerle gerçekleşir. 6 günlük merasimin sonunda yağmur duası edilmeye başlanır. Yaradan heykellerine kurbanlar sunulur, merasime katılanlara ziyafet sunulur ve insanlar Yaradan heykellerinin karşısında oynarlar.
Hititlerde bir başka yağmur yağdırma merasimi şu şekildedir: Hitiler, Pazar Yeri bayramında bir sunağın üzerine ekmek bırakırlar.
Yine Hititlerdeki başka bir yağmur yağdırma merasimine göre bir hayvan ya da bir kukla üzerine pınar syat döker. Bundan başka olarak aynı kukla ya da hayvan akarsuya, göle, pınara ya da içinde su bulunan bir tekneye batırılır.
Hititlerin mitoslarında şu tümceler önemlidir: “Kâtip Pirwa’nın Fırtına Yaradansı kızdı ve o çekip gitti. Sonra o, sağ ayakkabısını, sol ayaklarına ve sol ayakkabısını sağ ayaklarına giydi. Sis pencereleri kapladı. Evi duman kapladı. Ocaktaki kütükler boğuldu. Sunaklardaki yaradanlar boğuldu.”
Şimdi bu kültlerle bugünkü Anadolu sahasındaki yağmur yağdırma merasimlerine göz atalım.
Günümüzde yağmur duası 6 ila 7 gün arasında sürer. Bu süre boyunda Yaradan’ya yağmur yağdırması için dua edilir ama eller göğe doğru açılmak yerine yağmurun yağışını tasvir eder şekilde alt doğru açılır. Bu dualar sonunda yağmur yağarsa kurban kesilir. Ayrıca bu merasimlerde merasime katılanlara yemek hazırlanır.
Özellikle Adana’da çömçeli gelin uygulaması vardır. Köy yerindeki gençler ya da çocuklara bez bebek dikilir. Bu gençler kuklayı ev ev gezdirip evden yiyecek alırlar ayrıca ev sahibi bu gençlerin üzerine bir çömçe yani bir kepçe su dökerek onları ıslatır.
Anadolu topraklarına üzerine ayet ya da sure yazılmış hayvan kafası soğukkanlı suya, akarsuya ya da göze vazgeçilir ve yağmur yağması için dua edilir.
Ankara – Mamak – Ortaköy’de, yağmur duasında; herkes ceketini ters giyer, şapkasını ters takar, başlar öne eğilir. Kıyafetlerin ters giyilmesi, yağmur yağmadığı için insanların yeisli ve yaslı olduğunu yaradana göstermek emeliyle yapılıyor olmalıdır.
Doç.Dr. Rukiye Akdoğan, HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE GELEN ANADOLU ANANE- GÖRENEKLERİ ve MUHTELİF EŞLİKLER
Bugünkü Anadolu’da Çocuk Oyunları ve Diğer Kültür Ögeleri ile Hitit Kültürü İlişkisi
Hititlerden kalan kabartmalarda bazı çocuk oyunlarının ve hatta bazı eğlencelerin bugünkü Anadolu kültüründe aynen devam ettiğini gösteriyor. Bunlardan birisi MÖ 710 senesine ait kabartmalara çocukların topaç ve aşık oyunu oynamaları. Kabartma şu şekilde:
Yalnız andırdırmakta fayda var, aşık atma oyunu Orta Asya Türk Devlet ve Topluluklarında sevilen ve oynanan bir reyin. Bu halde vaziyetin tek nedeni olarak Hititleri göstermek pek anlamlı ve bilimsel olmayacaktır. Bu bakımdan da sadece Hititlerin de aynı bu zamanki çocuklar gibi aşık oynadıklarını ve topaç çevirdiklerini bilmek faydalı olacaktır.
Hititlerden kalan ve Çorum-Hüzeyindede bölgesinde bulunan M.Ö. 16. yy ‘a ait olan aşağıdaki vazoda müzik eşliğinde el ele alevlenen bayanların tıpkı bugün de görülen halay figürünü yaptıklarını görüyoruz.
Hititler, iki kişiye çalınan büyük lirlerle müzikler yapardı. Ayrıca bugün kullanılan tanburun tabletlerle detaylı anlatımını görüyoruz.
Davul, Hitit döneminden bu yana Anadolu topraklarında kullanılmaktaydı. Davul Hitit kültüründe hem cümbüş için hem de cinleri, makûs ruhları kovmak için kullanılırdı. Makûs ruhları kovmak için davul kullanma kültü, Türklerde özellikle Orta Asya’dan bu yana kullanılmaktadır. Şamanın davul çalarak makûs ruhları kovma ayini Türklerde bugün dahi yapılan ama dayanağı oldukça eski bir merasimdir. Aynı vaziyetin Hititlerde de olma gidişatı oldukça ilginçtir. Lakin davulla ruh kovma vaziyetinin sadece Hititlerden kalma bir ayin olduğunu söylemek yerine aynı ayinin onlarda da yapıldığını söylemek daha akla yatkın bir eylem olacaktır.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde M.Ö 8.yy’a ait bir kabartma bulunmaktadır. Bu kabartmada figürün elinde bir zil, arkasında oynayan insanlar ve bir saz asılmak üzere ipi bulunmaktadır. Yani Hititler, sazı, zili, tamburayı, davulu, liri kullanan, bilen bir medeniyetti.
Her ne kadar bugün bu gösterilere pek rastlamasak da Hititlerin “kılıç yutan” cambazları anlatan kabartmaları da vardır. Eski Ramazan eğlencelerinde daha 1900’lü senelerde dahi İstanbul’da boy gösteren bu numarayı yapan cambazlar bugün maalesef yok.
Müzikle Şifa Bulma Bugün Dahi Kullanılır…
Müzik gerçekten de ruhun gıdasıdır. Yapılan son bilimsel açıklamalara göre dinlediğimiz müziğin stili beyin dalgalarımızı şekillendiriyor bu da duygu gidişatımızı hakimiyet ediyor. Müzik, insan için çok değerli katkılar sunan ve dinden bilime her şeyde bir tutam olan bir alan. Bu alanlardan birisi de sağlık.
Osmanlı ve Selçuklu Şifahanelerinde özellikle akli dengesi yerinde olmayanları iyileştirmek ya da hiç olmazsa gevşetmek için Türk sanat müziğine eş bir müzik kullanılırdı. Aynı vaziyet şimdi de geçerli ama işin ilginç yanı aynı vaziyet Hititlerde de geçerli. Hatta Hititler bunu bir merasim gibi uygulamışlar. Bu mevzuda Doç.Dr. Rukiye Akdoğan şu satırları aktarmaktadır:
“Müzik, sihircilik ve tıbbi tedavide de kullanılmıştır. Bir Hitit ayininde hasta bir kimseye, her biri zafer, zaferle bideri ve kahramanlarını yılan, arı, kartalın oluşturduğu müzikli bir hikaye anlatılmakta ve böylece kendine güven duyması, sakinleşmesi ve sürüklemekte olduğu psikolojik sıkıntıdan kurtulması sağlanmıştır. Müziğin tıbbi etkisi, asırlar sonra Selçuklular tarafından da etkin bir şekilde kullanılmıştır.”
Son zamanlarda çocuk hekimleri ve önemli psikiyatristler çocukların uyumadan evvel dinledikleri masalların onların daha rahat uyumasını sağladıklarını ve anne karnında Türk sanat müziği ya da klasik müzik dinleyen bebeklerin akıl seviyelerinde önemli ve pozitif değişiklikler gerçekleştirdiğini ısrarla söylemektedirler.
Hititlerde Evlilik Tıpkı Anadolu Topraklarındaki gibiydi..
Doç.Dr. Rukiye Akdoğan, Hititlerdeki evlilik ile Anadolu’daki evliliği şu şekilde anlatır: “Hititlerde evlilik günümüzdeki gibi 3 safhadan oluşmaktaydı. Hitit yasalarına göre evlenme 3 safhadan oluşuyordu, ilk düzey sözlülük düzeysıdır. Hititçesi daranza’dır. İkinci düzey haminkanza, bağlılık anlamına gelen hamink- fiilinden türetilmişti. Haminkanza nişanlılığı anlatıyordu. Daha sonra erkeğin kız tarafına verdiği abluka ete başlık ve kızın getirdiği ivaru sınan çeyizle ve bunların kabulü ile evlilik akdi bitiriliyordu. Evlenmek, Hititçede “almak” anlamına gelen da- fiiliyle anlatılıyordu. Eskiden olduğu gibi günümüz Anadolu’sunda da, “almak” fiili evlilik için kullanılmaktadır.”
ANEKDOT: Ayrıca yine Anadolu’da “kız verilir”. Şayet damat kız evin yerleşecekse “iç damatsi alınır.”
Hitit geleneklerinde kız isterken kullanılan ifadeler bizim bugün kullandığımız “Allah’ın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz” ifadelerine eş. Hitit büyük krallarından III. Hattuşili’nin otobiyografisinde aynen görmekteyiz: “Yaradanın emriyle rahip Bentipşarri’nin kızı Puduhepa’yı zevceliğe aldım” der. Doç.Dr. Rukiye Akdoğan, HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE GELEN ANADOLU ANANE- GÖRENEKLERİ ve MUHTELİF EŞLİKLER
Bugün özellikle doğu illerinde uygulanan “berder” geleneğine eş bir ananede Hititlerde uygulanmakta idi. Hitit yasalarında can veren birisinin karısını can veren damadın babası ya da kardeşi alabilirdi ama burada seksüel bir emel yok. Bütün aksine dul kalan bayanı koruma emeli güdülüyor. Bugün bu vaziyet pek az yerde hala devam etmektedir zira artık kadının korunması erkeğe düşmemektedir.
Ankara’nın Bitik Köyü yakınlarında M.Ö 17. yy’a ait bir vazo üzerine yapılan kabartmada gelinle damat resmedilmektedir. Buna göre damat geline sol eli ile kadehteki bir şeyi sunarken sağ eliyle de gelinin duvağını açmaktadır. Bugün dahi kullanılan duvak geleneği, surat görümlüğü geleneğinin kökleri Hitit dönemine kadar uzamaktadır.
Kültepe’de bulunan bir evlenme merasimdeki şu satırlar dikkat çekicidir: “Asurlu I-di-Adad, 3 şahidin huzurunda Anadolu’dan Anana ile evlenir. Şayet Asur’da başka birisiyle de evlenir ve onu boşarsa, 5 mina 1 mina takribî 500 gr. gümüş verir.” Buna göre boşanan erkeğine eski eşine tazminat vermesi Hititlerde de var olan bir gelenekti. Ayrıca bugün de Anadolu’da nikahta iki şahit bulunması geleneği Hititlere kadar uzanmaktadır.
Evin Temeline Bakır ya Altın Koyma Geleneği
M.Ö 1300’lü senelerde kral tarafından yazılan ev inşası metninde “bir tapınak veya yeni evler inşa edilmesi sırasında temel taşlarının altına 1 mina arıtılmış bakır, 4 bronz çivi ve ağaç direk için toprağın kazılarak içine bakır konulduğu, sonra da sağlamlaştırma emelli çevresine çakılan çivi demirin çekiçle vurulduğu anlatılır. Devamında, “bakır nasıl dayanıklı ve de ölümsüz ise bu tapınak da öyle dayanıklı ve kara topraklar üzerinde ölümsüz olsun” denir.” Doç.Dr. Rukiye Akdoğan, HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE GELEN ANADOLU ANANE- GÖRENEKLERİ ve MUHTELİF EŞLİKLER
Aynı anane bugün Anadolu’da da devam etmektedir. Denizli ve Mersin yörelerinde özellikle evin temeli kazınırken temele bakır, gümüş ya da demir para atılır. İşin ilginç yanı yapılan ulus derlemelerinde milletin bunu yaptığını ama neden yaptıklarını sorduğumuzda cevap veremedikleri görülmektedir.
Bugünkü Abdest Anlayışı ve Hititler
Hititlerde dini bayramlarda şuppiyatar ismi verilen bugünkü abdest alma geleneğine eş bir anane vardır. Hititler, yapılacak ayinden evvel toprak kaptaki syat kullanarak temizlenirlerdi. Ayine katılan milletin temizliğinin yanı sıra merasimde sunulacak yiyeceklerin, yiyeceklerin konulacağı kapların temizliği de oldukça önemlidir.
Nevruz ve Hitit Kültürü Bağı
Nevruz anlayışını tarihsel süreçte anlattığımız “Türklerde Baharın Gelişi: Nevruz” isimli yazımızda Nevruz bayramının hemen hemen her kültürde var olduğuna değinmiştik. Hititlerde de nevruz kutlanırdı. Hititler nevruz için AN.TAH.ŞUM SAR sözcüğünü kullanırdı.
AN.TAH.ŞUM SAR bayramında yapılan ayinlerden birisi de kişinin arınması için yapılan ateş arasından geçme ayini idi. Buna göre kişi, günahlarından ve makûs düşüncelerinden temizlemek için iki ateş arasından geçerdi. Böylelikle kişinin tüm makûsluklari o ateşe atılır ve yok olurdu. Bu merasim, bugün yapılan ateş üzerinden sıçrama seremonisini anımsıyor…
Sihircilik ve Hitit Yasalarında Sihrin Yeri
Her ne kadar batıl desek de bugün hala sihircilik ve müneccimlikten hayatını sürdüren insanlar bulunmaktadır.
Hititler, Anadolu bölgesinin Çukurova yöresinde de egemenlik kurmuşlardır. Çukurova’nın Hititlerdeki ismi Kizzuvatnalı idi. Hatta tabletlerden gördüğümüz kadarı ile Kizzuvatnalı yani Çukurovalı sihirci Bayan Maştikka’nın çeşitli sihirleri tarif edilmektedir. Doç.Dr. Rukiye Akdoğan bu sihirlerden birisini şu şekilde verir: “Beyaz yün ve siyah yün alır ve içine hayvan yağı sarar. Bunların ismine tişşatwa denir. Sihirci onları her iki müşterinin üzerinde meblağ ve şöyle der: ‘Ağız ve diliniz ile neler söyleyip gelmişseniz, bakın işte burada tişşatwalar var. Onlar sizden kesilip ayrılmış olsun, yani bedeniniz ve o makûs günlerin dilleri.’ Onları da ocağın içine atar.”
Bugün Adana yöresinde Maştikka’nın stilinde fal bakan sihirciler oldukça fazladır.
İsrail’in para birimi olan Şekel isminin, Hititler döneminde sihirciliğe çok yakın bir meslek olan augur yani kuş müneccimlerinden tek bir augurun fiyatından gelmesi ilginçtir. Buna göre Hititlerde bir augur fiyatı 25 şekel yani 200 gr gümüştür.
Hititler sihre inanmış ve sihirden korkmuşlardır. Bu bakımdan kara sihir yapanları cezalandırmayı ana yasalarına almışlardır. Hitit yasalarında kara sihir ile ilgili madde şu şekildedir:
“Şayet özgür bir adam, bir yılanı öldürürken başka bir adamın ismini söylerse, 1 mantık gümüş versin; şayet bu işi yapan erkek bir köleyse, o ölsün!”
“Fal Nedir” isimli makalemizden de ayrıntılı olarak görebileceğiniz gibi falın geçmişi oldukça eskidir. Mesela Hitit döneminde de fal bakılırdı. Hititler döneminde kahinler LU HAL veya LU AZU olarak adlandırıldı. En yaygın fal ise koyunun karaciğerinden bakılan faldı. Fala bakılacak kişi merak ettiği soruları sorar, koyun kurban edilir ve karaciğerin ve iç uzuvlarının gidişatına göre kişinin sorusuna evet ya da hayır şeklinde cevap verilirdi. Bu uygulama bugün Anadolu’da olmasa da özellikle İslamiyet evvelsinde Arap topraklarında aşırıca görülmektedir.
Hititler Babillerden kalan yer ve gök cisimlerine bakarak fal bakma tekniklerini de geliştirmişledir. Ay tutulması, güneş tutulması, yıldız kümeleri gibi gidişatlar açıklanmıştır. Bugün yıldız kümelerinden bakılan burçları kaynağı da Babil’e kadar gitmektedir.
Daha ilginç bir belirti de bugün kullandığımız günah keçisi kavramının orijininin Hititlere kadar uzanmasıdır. Doç.Dr. Rukiye Akdoğan bu kavramı şu şekilde anlatmaktadır: “Tıpta şifalı otlarla Hititçe vaşşi-, Akadca ŞAMMU tedavinin yeri büyüktür; kullanılan tedavi usulleri tıpkı büyüdeki gibidir. Örneğin, hijyenik ihtiyatlar alınıp, hastalıklardan korunma yerine, hastalık nedeni olarak pisliğin “günah keçisi” dediğimiz bir hayvana keçi, koyun, eşek, boğa, fare veya tutsak insanlara sihir usulleriyle yüklenmesi ve onun düşman ülkesinin içine kovalanması tercih edilmiştir.”
İslamiyet’te de görülen rüya geleneği Hititlerde de vardır. Hattuşili ve Puduhepa döneminde Yaradan ile rüyada iletişim kurma gidişatı oldukça yaygındır. Bazı vaziyetlerde direk Yaradan beklenirdi, bazı gidişatlarda da istenen bir şeyin cevabının rüyada verileceğine inanılırdı. Özellikle son vaziyet İslamiyet’te görülen” İstihareye uyuma” geleneği ile pek ilgilidir. Ayrıca Hitit döneminde insanlar, Yaradanlarının rüyalarına girmelerini istiyorlarsa özellikle kutsal yerlerde uykuya dalıyorlardı.
Hititlerde Bu Zamana Kadar Gelen Yerleşim İsimleri
Az sonra örneklendireceğimiz yer isimleri Hititçe yer isimleridir. Hemen yanlarında ise bu yerleşim yerlerinin bugünkü isimleri yer almaktadır ve benzerlikler, yer isimlerinin tarihle olan ilgisinin en sarih örneğidir:
HİTİTÇE TÜRKÇE
Adaniya → Adana
Halpa → Halep
Maltiya → Malatya
Maraşşa → Maraş
Tarşa → Tarsus
Taruişa → Truva
Anziliya → Zile
Hattena →Hatay
SONUÇ OLARAK
Anadolu bir medeniyetler beşiğidir ve her büyük medeniyet kendisinden sonraki nesle ve medeniyete önemli izler vazgeçmektedir. Hititler, Anadolu için sadece bir örnektir. Unutulmaması gereken şey, bugün anane diye uyguladığımız her şeyin bir orijini olduğu gerçeğidir, hem de her alanda.