Kut, kelime olarak “iyilik getiren şey, uğur, kader, talih” anlamlarına gelmektedir. Kut kavrayışı, Türk, Moğol ve Altay Şamanizm inançlarında ve millet inancında kutsal enerji anlamını da taşımaktadır. Kut sözcüğü yerine Hut, Gut ve Kud sözcükleri de kullanılmaktadır. Moğollar, Kutag ve Hutag da demektedir. Daha Önceki Türk devletlerinde inanılan bir kavrayış olan Kut kavrayışına göre hükümdarlık, Tanrı tarafından verilen ve başka bir hanedana geçmeyen idare yetkisidir. İslamiyetten evvelki Türk devletlerinden Osmanlı İmparatorluğu’na kadar devam eden bu kavrayışta, hükümdarlık yalnızca babadan oğula geçen kutsal bir efor olarak görülmektedir.
Kut adı, kutsalık ve kutluluktan gelmiş olan “kud” orijininden türetilen bir addır. Bu kök, paklik anlamına gelen bir köktür. Aynı kökten gelmiş olan “kutan” sözcüğü ise dua anlamına gelmektedir. Şamanizm’de, “kudagaçı” olarak kullanılan sözcüğün anlamı da “sihirci” ve “şaman” demektir. Sümerce ve Tunguzca da sözcüğün anlamı kutsallık ve eşi kavramları karşılamaktadır. Bir Hayli dilde ve inanışta aynı anlamlara gelen “kut” sözcüğü aynı zamanda bereket, hayat verici, canlılık gibi anlamlar da taşımaktadır. Pek çok inanışta yer alan Kut kavrayışında ulvi eforun yaratıcıdan geldiğine inanılmaktadır. Kutun; mertleri, hükümdarları ve savaşçıları yaşama bağlayan inanç olduğu düşünülmektedir.
Kut sözcüğünün bir hayli anlamı bulunmaktadır;
Devlet idaresindeki yetki kalitesindeki üstün ve kutsal efordur.İlahi bir efordan gelen bereket ve rahmettir.
Psikolojik analizlerde mutluluk anlamını taşımaktadır.
Şans, talih anlamlarına da gelmektedir.
Kut kavrayışının aynı zamanda kutsal yaşam eforu, kutluluk, hayat verici gibi anlamları da bulunmaktadır. İnanışa göre kut eforu, Tanrı’dan kaynaklanan bir efordur. Orta Asya’daki yaşam inançlarında, Göktanrı kudret olarak oldukça güçlüdür. Bu inanışa göre, beyler ve kağanlar Tanrı tarafından kutsanarak Kut sahibi olurlar. Doğuştan Kut sahibi olabilmek için muhakkak ayinlerin hakikatleştirilmesi gerekir. Tanrıdan Kut sahibi olmak için ve Tanrı’nın Kut’u geri sürüklememesi için dileklerde bulunulur. Mertler ve kağanlar kut eforu sayesinde vefattan kurtulur. Şayet tanrı bu eforu geri sürüklerse mertler ve kağanlar vefata mahkûm olur. Hükümdarlar tarih sahnesinden silinirler. Kut kavrayışına göre, hükümdarların ve çocuklarının kanı kutsal sayılır. Bu kutsallıktan dolayı şayet hanedandan biri idam edilecek olursa, yay kirişiyle boğularak öldürülür. Bunun nedeni ise, kanın akmasının yasaklanmasıdır.
Kut kavramının cinsleri bulunmaktadır:
Sal Kut; Hava ruhudur. Rüzgar gibi eser ve hareketlidir. Bu inanışa göre, vefatın olması için Kut’un vücuttan dağılması gerekmez. Can Vermek için ruhun vücuttan dağılması gerekir. Ancak Kut’u vücudundan ufalayan şahıs bayağılaşır ve kutsallığı ortadan kalkar. Başka Bir Deyişle bu inanışa göre, insanda kudret ve uzun bir ömür oluşturan kavram Kut kavramıdır. Kut’u vücudundan ufalayan şahıs çok uzun bir ömür süremez.
Bor kut; Yeryüzü ruhudur. Maddeleşmiş bir Kut’tur. Bir nesneyi temsilen ufalan bir nesne halinde beden bulmuştur.
İye kut; Ana ruhtur. Maddeleştirilemeyen veya bir vücutta can bulmayan bir Kut’tur. Bu sebeple soyuttur. Aynı zamanda ruhsal enerjiyi temsil eden ve yansıtan bir Kut’tur.
Türklerde Kut Kavrayışı
Türkler, devlet yönetimi yetkisinin yaratıcı Tanrı tarafından verildiğine inanmıştır. İdarenin babadan oğula geçmesi hakkına ise “Kut kavrayışı” denmektedir. Kut kavrayışına göre, hükümdarlık kan yoluyla babadan oğula geçmelidir. Başka Bir Deyişle hükümdarın kanını taşıyan tam oğulları, hükümdar tahttan indikten sonra tahta geçebilir kavrayışı hâkimdir. Tanrının verdiği idareme yetkisi jenerasyonlar süresince aynı ailede kalır ve değiştirilemez.
İslamiyet evveli Türk devletlerinde başlayan bu kavrayış, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na kadar devam ettirilmiştir. İdareme yetkisi, İslamiyet’deri evvelki Türk devletlerinden itibaren hep aynı ailede kalmıştır. Tanrı tarafından verilen bu yetki, başka hiçbir hanedana geçmeden hep aynı hanedan tarafından kullanılmıştır. İslamiyet’in kabulünden sonra değişmeyen Kut kavrayışı, Osmanlı İmparatorluğu yarıyılında Osmanoğulları hanedanına geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nu kuruluşundan devrilişine kadar aynı hanedan idaremiştir. Kut’un Tanrı tarafından hanedana verilen bir efor olduğuna inanıldığı için, millet ve ordu hep hanedanı desteklemiştir. Padişaha müteveccih bir başkaldırıya kalkışılsa dahi hanedana müteveccih başkaldırı olmamıştır. Zira hanedanın ve hükümdarın yetkilerinin Tanrı tarafından verildiği ve kutsal olduğu düşünülmektedir.
Kut kavrayışının negatif güzergahları da vardır. Bu doğrultulardan birisi, hanedanın tam üyelerinin Kut’a sahip oldukları için tahtta hak iddia etmeleridir. Elinde politik ve askeri efor bulunduran hanedan üyeleri taht tartışmalarına girmiştir. Bu münakaşaların sonucunda Türk devletlerinde iç savaş neticeyi kararsızlıklar ve parçalanmalar alana gelmiştir. Kut kavrayışının yalnızca babadan oğula geçen bir kavrayış olması ise, taht kısmetine kardeş tartışmalarına ve yeri geldiğinde kardeş katline neden olmuştur. Bu vaziyeti göz önüne alan Fatih Sultan Mehmet, nizam-ı evren için kardeş katline son veren ilk hükümdar olmuştur.
Türk devletleri tarihinde, idareyiciler Kut kavrayışına göre muhakkak unvanlara sahip olmuştur. Türk tarihinin en büyük liderlerinden birisi olan Mete, “Göktanrı’nın, güneşin tahta çıkardığı Tanrı Kut’u Tanhu” unvanına sahiptir. Göktürk kağanının unvanı da “Kutlu Beg”dir. Atilla’nın unvanı ise “Tanrının Kılıcı”dır. Bu unvanlardan da anlaşıldığı üzere Türk hükümdarları tanrısal bir kudretle donatılmışlardır. Bu kudrete ise Kut denmektedir.
Türk imparatorları ve hakanları, Kut gücünün kendilerine Tanrı tarafından verildiğine ve seçilmiş olduklarına inanmaktaydı. Türk hakanlarından birisi olan Bilge Han, kendisinin hükümdar olmasını Kut kavrayışına bağlamakta ve bu inancını şu laflarıyla belirtmekteydi: “Türk Tanrısı, Türk halkının ismi sanı yok olmasın diye babam kağan ile anamı tahta oturttu. Ben de Tanrı istem ettiği için, Kut’um olduğu için kağan oldum. Öte yandaki ulusları nizama soktuk. Tanrı efor verdiği için Türk askerleri kurt gibi, düşmanları koyun gibiydi.” Başka Bir Deyişle Türk devletlerinde politik ve askeri iktidar, Kut kavramı ile ifade edilmekteydi.
Kut kavrayışının özellikleri Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı “Kutadgu Bilig” isimli eserinde de açıklanmaktadır: “Kut’un tabiatı hizmet, şiarı haktır. Fazilet ve kısmet Kut’tan doğar. Beyliğe giden yol ondan geçer. Tam istekler onun aracı ile reelleşebilir. Kut Tanrısaldır. Bey, bu makama sen kendi eforun ve isteğinle gelmedin, onu sana Tanrı verdi. Hükümdarlar iktidarı Tanrı’dan alırlar.” Bu laflardan da anlaşılacağı gibi Kut kavrayışı, hükümdarlar ve hakanlar için oldukça ehemmiyetlidir. Tanrı tarafından kendilerine verilen Kut’u hiçbir biçimde makûsa kullanmazlar, ulusa zulmetmezler. Halkın ve hükümdarın vaziyeti, Tanrı tarafından tanımlanarak yasandığı için hükümdarlar ve halkı Tanrı yolundan çıkarsa Kut’u elinden alınarak cezalandırılırdı. Bu sebeple Türkler, zaferlerini ve mağlubiyetlerini hep Kut kavrayışına bağlamaktaydı.