Skolastik Düşüncenin tanımına geçemeden evvel, skolastik düşüncenin hangi yarıyılda nerede ve neden alana çıktığını kavramaya çalışmak bu düşüncenin ne olduğunu kavramakta bize takviyeci olacaktır.
Skolastik Düşünceden Evvel
Ortaçağ Avrupa’dene baktığımızda din ve kilisenin cemiyet üzerindeki tesirinin ne kadar büyük ebatlarda olduğunu görürüz. Bilimsel araştırmaların ve bilimsel reellerin bile geçerliliğinin kilise yada İncil karşısında hiçbir ehemmiyet taşımadığı bu yarıyılda tanınan tek reel vardı ve o da kilisenin ve buna bağlı olarak incilin reelidir. Bu gidişat özgür düşünceyi yok etmekle kalmıyor aynı zamanda düşüncenin gelişmesini yasaklıyordu. Milletin özgürce düşünme yetisinin yasaklanması cemiyetlerin ne bilimsel alanda ne de düşünsel alanda büyümesine izin vermiyordu. Bu cins vaziyetlerde pozitif bilim ile reelleri su suratına çıkarmaya çalışan insanların karşısına hep kilise çıkıyor ve bu insanlar vefata kadar varan cezalarla cezalandırıyorlardı. Bu cezalar insanları bu gidişatı kabullenip, özgür düşüncelerin büyümesi için ellerinden bir şey gelmeyeceğine inanmaya ikna ediyordu.
Kilise fobi, diktatörlük ve dayatma ile elinde bulundurduğu bu eforu bir süre sonra yalnızca kendi çıkarı için kullanmaya başlamış ve cezalandırmalarda fazla ebatlara erişmiştir. Bu vaziyete misal vermek gerekirse cennetten toprak parçası sattığını iddia eden kiliselerin zenginliklerinin fazla ebatlara erişmesi ve cehalet kalmış milletin bu biçimde aldatılarak reelleri görmemelerinin sağlanması skolastik düşüncenin temelini oluşturmuştur. Tek doğrunun İncil olduğuna inanan ve ulus arasında da bunun böyle inanılmasını sağlamak için dayatmayalar yapan kilise bu vaziyete karşı gelen bireyleri ağır biçimde cezalandırılıyordu. Bu biçimde fobi ve dayatma ile hem eforu elinde bulundurmayı muvaffak oluyor hem de cemiyet içinde pozitif bilimlerin ilerlemesine ve böylece de yeni görüşlere, buluş ve buluşlara mani olmuş oluyordu. Kendini geliştiremeyen, düşünsel açıdan özgürlüğü elinde bulundurmayan ulus ise kiliseye ve İncil’e inanmaktan başka bir şey yapamıyordu.
Bu vaziyetin en öğrenilir misali Galileo’dur. Bu yarıyılda kilise dünyanın bir tepsi gibi düz olduğuna inanıyor ve bu biçimde inanılmasını buyuruyordu. Yaptığı araştırmalar neticeyi bunun böyle olmadığı neticesine varan Galileo bu araştırmaları suratından kiliseye ve İncil’e karşı geldiği için vefat cezası ile cezalandırılmış ve bu sebeple çalışmalarının da devam etmesinin önüne geçilmiş olmuştur. Bu bahsedilen gidişatlar sandığımız gibi binlerce asır ötesi değil yaşadığımız asırdan yalnızca bir kaç yüzyıl evvelidir. Galileo Galilei 1564 senesinde Pisa şehrinde doğmuş ve 1642 senesinde ise öldürülmüştür.
Bu kadar açıklamanın ardından Skolastik Düşünce’nin bir tanımını yapacak olursak şu biçimde özetleyebiliriz: düşünce özgürlüğünü kesin bir dille meneden, düşünmeyi ve düşünerek elde edilecek pozitif bilimleri, bilimsel neticeleri tamamen yalanlayan ve yalnızca kilisenin doğrularını doğru olarak kabul eden düşünce stiline Skolastik Düşünce denilmektedir.
Felsefi anlamda baktığımızda Skolastik Felsefe Patristik felsefenin bir devamı biçiminde gelişmiştir. Hristiyan inancı bu felsefenin temelini oluşturmaktadır. Skolastik felsefenin varlığını sürdürdüğü ortaçağ yarıyılında öteki tam felsefeler skolastik felsefe tabanında kendini geliştirebildikleri için ortaçağ felsefesi tabiri ile bahsedilen de skolastik felsefeden başkası değildir.
Skolastik Düşüncenin Değişik Dönemleri
Skolastik Felsefenin yarıyıllarına baktığımızda üç tane yarıyıl ile karşılaşırız. İlk olarak Skolastik düşüncenin ilk olarak alana çıktığı ve kendini geliştirdiği erken yarıyıldır. Bu yarıyıl 800 ve 1200’lü seneler arasını içermektedir. 1200 senesinde yükselişe geçen skolastik düşünce 1300’lü senelere kadar yükseliş yarıyılını yaşamıştır. 1300’lü senelerden itibaren ise geç yarıyılını yaşayan skolastik düşüncenin 1500’lü senelere kadar bu geç yarıyılını devam ettirdiği öğrenilmektedir.
Skolastik felsefeye esin veren düşünce yapısı olarak karşımıza Aristotelizm gelmektedir. Skolastik felsefenin en öğrenilen özellikleri din felsefesi ile reelleri kavramaya çalışmaktır ki bu da öğrenilen skolastik felsefenin yeni bir şey bulmak ya da düşünceler elde etmek emeli taşımadığını bize gösterir. Bunun yerine var olan düşüncelerden skolastik felsefeye uygun olanlarını kuvvetlendirmek ve uygun olmayanları da çürüterek yok etme mücadelesi içerisindedir.
Bu felsefenin en ehemmiyetli düşünürlerinden birisi olarak öğrenilen Augustinüs’nam “Kavramak için inanıyorum!” fikri skolastik felsefenin temel fikri olarak özetlenebilir. Bu düşünce stili realizminde temelini oluşturmaktadır. Bakış açısının bu biçimde olması sebebi ile görelikçiliğe, öznelliğe ve şüpheciliğe karşı tesirli bir davranış koyan skolastik felsefe sadece tek bir doğruya inanarak yalnızca tek bir doğruluk sisteminin varlığını geliştirmeyi amaçlar.
Skolastik felsefeye göre iyi hem yaradanın emîridir hem de Yaradan bizzat tüm iyiliğin kendisidir. Batı İmparatorluğu’nun çökmesinden itibaren alana gelen kültürel tahripler skolastik düşüncenin büyümesinin önünü açmıştır. Böylece yeni bir cemiyetsel, sosyal ve kültürel tertip etmeye girilen bu yarıyılda skolastik düşünce geniş kitlelere süratlice dağılmıştır. Bu yarıyıldan ehemmiyetli skolastik düşünürlere misal vermek gerekirse 810 ve 887 seneleri arasında yaşamış Johannes Scottus ilk skolastik düşünür olarak karşımıza çıkar.
Skolastik Düşüncenin Büyümesinin Neden Olduğu Sonuçlar
Kilisenin tek efor olarak hakimiyet ve idaremeyi eline almış olması, ekonomik açıdan da milletin kiliseye bağlı hale gelmesine neden olmuştur, Kavimler göçü sonrası ikiye dağılan Roma imparatorluğu hristiyanlığın da ikiye parçalanmasına neden olmuştur. Bu gidişatta Avrupa’da politik otoritelerin değişmesine ve sarsılmasına neden olmuştur. Bu vaziyetten yararlanmak için elinden geleni yapan kilise ise eforuna efor katarak milleti sömürmek için muhtelif yollar kullanmışlardır. Zati cehalet kalmis gidişatta olan ulus iyice sömürülmüştür.
Toprakları elinde bulunduran kilise milleti neredeyse hiç bir ödeme yapmadan çalıştırmış ve kazancı ile zenginliğine zenginlik katmıştır. Bu yarıyılda kilisenin elinde bulundurduğu efor yalnızca bununla kalmamış aynı zamanda vergi vermeme, askerlik yapmama, duruşma kurma, eğitimi hakimiyet etme, aforoz etme, krala taç giydirme gibi yetki ve ödünleri ile alt edilemez vaziyete gelmiştir.
Skolastik düşüncenin İslam ve Türkler üzerindeki tesirine baktığımızda Orta Çağ’da İslam üzerinde de skolastik düşüncenin tesirinin kollandığı görülmüştür. Ancak hiçbir zaman Avrupa’da olduğu kadar tesirli olmamıştır. Türkler genelde düşünce özgürlüğünün olduğu yerlerde varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Skolastik Düşüncenin Sonu
İtalya’da insancılların, Daha Önceki Yunan ve Roma yapıtlarını araştırarak büyümenin önündeki en büyük maninin skolastik felsefe olduğunu görerek bu düşünce yapısını tesirsiz hale getirebilmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Matbaanın büyümesi ve insanların okuma yazma oranlarının çoğalması skolastik düşüncenin önüne geçebilmek için en büyük tesirlerden olmuştur. Fransa’da Rönesans ve Reform hareketlerinin büyümesi de skolastik yapının çatlayarak tesirsiz hale gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Hümanist görüşün ve bu görüşün bir neticeyi olarak Rönesans ve Reform hareketleri güney Avrupa’da İtalya’dan başlayarak tam Avrupa’yı tesiri altına alması, okur yazarlığın çoğalması ve buna bağlı olarak görüşlerin bir metin halini alarak tam Avrupa’da dağılabilir hale gelmesi böylece yalnızca kilisenin söz sahibi olduğu idareler birbiri arkasına çökmeye ve yerini özgür düşünceye vazgeçmeye başlamıştır. Böylece orta çağ karanlığı olarak da öğrenilen, bilimsel ve sanatsal alanda kendini geliştirmek isteyenlere sihirci gözü ile bakılan ve skolastik düşüncenin egemen olduğu bu yarıyıl geride kalmış yerine yeni bir çağ “Yeni Çağ” başlamıştır.